IV

25 5 0
                                    

"Dean. Uyan!"

Dean Salvatore isminin dördüncü kez seslenilmesiyle yeni güne gözlerini açtı. George kapı ağzında dikilmiş, sırıtarak ona bakıyordu.

"Kahvaltı vakti."

"Beş dakika daha."

"Olmaz öyle, sabahtan beri uyuyorsun."

"Sabahtan beri mi?" Gözlerini ovuşturup telefona baktı, saat daha yedi buçuğu biraz geçiyordu. "Saat daha yedi," dedi ama genç peder çoktan gitmişti. Ayak sesleri gittikçe uzaklaşırken, yatağın Güneş ışığı almayan kısmına yuvarlandı ve tavanı izlemeye koyuldu. Gece rüyasına giren kitap fikirlerini hatırlamaya çalıştı ama çok net bir şekilde gördüğüne emin olduğu tüm o güzel rüyalar, şimdi silinip gitmiş birer anıdan ibaretti. Bulanık, belirsiz ama tekrarı mümkün olmayan anılar. O kadar fazla kitaplarla meşguldü ki gece rüyasında bile yazıyordu. Hatta bir keresinde çok ünlü bir fantastik romanın birkaç cümlesinde oynama yapmıştı. Kelimeler birer birer kâğıda dökülüyor, hepsini çok net hissediyor ama uyandığında işine yarayabilecek tüm o bilgiler uçup gidiyordu. Rüyadaki Dean'ın mı yoksa gerçekteki Dean'ın mı daha iyi yazar olduğunu merak etti. Gerçi bu yalan dünyada da bir nevi rüyada sayılmaz mıydı? Ölünce uyanacağı uzun, ızdıraplı, acı dolu korkunç bir rüya. Yalnızca sınavdaydı ama o çoğu zaman dünya telaşına dalıp gidiyordu.

Ceren'in yatağında olmadığını fark eder etmez kalktı. Muhtemelen lavaboya falan gitmişti ama dün akşam konuştukları konulardan sonra bir an bile ayrı kalmak istemiyordu. Krem rengi ceketini giydi, ceplerini yoklayarak küçük boy ajandasıyla kaleminin üstünde olduğundan emin oldu ve bu üç yataklı misafir odasından ayrıldı.

Koridor sessizdi, konuşma seslerine bakılırsa Ceren de aşağıda pederle birlikteydi. Sarmal merdivenin basamaklarını ağır ağır indi ve onlara katıldı.

"Ah, biz de dedikodunu yapıyorduk," dedi peder. Masaya oturmuş bir gazete okuyordu ya da okumaya çalışıyordu. Önünde de hiç dokunulmamış bir portakal suyu vardı. Dean'ı görünce gazeteyi katlayıp masaya bıraktı.

"Ben dedikodu yapmam," dedi Ceren Dean'a doğru bakıp gülümseyerek. "Gerçi konu sen olursan bilemiyorum, anlatabilirim bir şeyler."

Dean yemek yapmakta olan eşine arkadan sarılıp omzuna minik bir öpücük kondurdu.

"Krep mi?"

"Ben rica ettim," dedi peder. "Gevrek yemekten midem iflas edecek."

"Menemeni denemelisin."

"Menemen mi?"

"Türklerin kahvaltıda yediği bir yemek. Samsun'u ziyaretimde denemiştim. Domates, yumurta, kaşar ve biber katıyorlar. Nefis."

"Türkiye'ye mi gittin?"

"Evet, Ceren Türk biliyorsun. Ailesini sık sık ziyaret ederiz, en azından senede bir iki kere."

Peder başını salladı. "Denemek lazım menemeni, Türkler yemek işinden anlıyor. Kebap ve baklavayı çok severim."

"Tantuni de güzeldir bak," dedi Dean, ardından pederin yanındaki sandalyeye yerleşip omzuna dostça vurdu. "Kiliseye ne zaman gideceksin?"

"Kahvaltıdan sonra giderim. Yoksa kovuluyor muyum?"

"Evet, sen gidince parti yapacağız."

Bu sırada Ceren krep dolu tabağı masaya bıraktı, peder de kalkıp dolaptan biraz bal, kaymak ve krepin üstüne sürmek için çikolata getirdi. Dar masaya yerleştiler. Peder en üstteki krepten -ki en sıcağı oydu- bir tane kapıp üzerine çikolata ve kaymak sürdü. Portakal suyuyla birlikte mükemmel gidiyordu, sırf bunu haftada bir yemek için bile evlenmek isterdi.

KaranlıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin