Kahvaltıdan sonra George ile vedalaştılar ve Gresson's Malikanesine gitmek üzere yola çıktılar. Bu sırada yağmur atıştırmaya başlamış, Güneş utangaç yüzünü bulutların arasına saklamıştı. Kasvetli hava gökyüzünü karanlığa boğarken, Dean pederin verdiği buruşmuş kâğıdı Ceren'e uzattı.
"Şu adresi navigasyona girer misin canım?"
Ceren kâğıdı aldı, ne yazık ki George'un el yazısı çok çirkindi ve okumak için hecelemek zorunda kalmıştı.
"Navigasyonda çıkacağını sanmıyorum, arkadaşının evi de çıkmamıştı."
"Olsun dene yine de sen. Gideceğimiz yer daha bilinen bir yer, çıkması lazım."
"Bu kasabada hiçbir yer haritada gözükmüyor ki? Nereye geldik Dean?"
"Emin ol onu ben de sorguluyorum."
"Nereye gidiyoruz demiştin?"
"Bir malikaneye."
"Tamam da ne malikanesi? Kim bunlar? Apar topar gidiyoruz pat diye ayıp olur. Müsaitler mi sordun mu?"
Dean yağmurun şiddetini arttırmasıyla sileceklerin kademesini arttırdı ve Ceren'e kaçamak bir bakış attı. Sevdiğine yalan söylemek istemiyordu ama karanlık tipleri araştırmaya gidiyoruz canım, sorun olmaz değil mi senin için? Güzel, teşekkür ederim. Bir bakıp çıkarız zaten en fazla işkence ederler merak etme, diyecek hâli yoktu. Onun yerine daha masum bir şekilde anlattı.
"George'un tanıdığı kişilermiş, baya bahsetti merak ettim."
Ceren üstelemedi, onun yerine navigasyonda evin konumunu bulmaya çalıştı. Dean da pederin tarif ettiği kadarıyla ilerlemeye devam etti. Caddeyi geçti, sağa döndü ve iki tarafı da ağaçlık olan dar yoldan ilerledi. Dümdüz gidiyordu yol, ucu gözükmüyordu, biraz yağmurdan, biraz kasvetten.
"Sorun olmaz değil mi?" dedi Dean emin olmak için.
"Hayır yok, hem değişiklik olmuş olur," dedi Ceren, telefon tutmayan elini klimanın önünde tutmuş ısıtmaya çalışıyordu. Aracın içi zaten sıcaktı fakat bunu yapmayı çok severdi. Bağdaş kurup oturur, üstüne ince bir battaniye örterek ellerini klimanın üstünde ısıtır, çok geçmeden de uyuyakalırdı. Çoğu zaman battaniyesi düşer, Dean düzeltir ve eşinin yanağını sevip gülümseyerek yola devam ederdi.
"Çıktı mı?"
"Bir saniye. Gressan Malikanesi mi yazıyor?"
"Gresson."
"Okunmuyor ki! Tamam buldum, bakalım. Düz devam et, bir buçuk kilometre sonra sola dönünce önüne çıkıyoruz."
"Teşekkür ederim."
"Rica ederim," dedi Ceren esneyerek, ardından iyice gerindi, daha rahat bir oturuşa geçti, yanaklarının solgun rengi de pembeleşmişti. "Uykum geldi."
"Yeni uyandık ya hayatım."
"Olsun, klima mayıştırdı beni. Biraz kısamaz mısın?"
"Geldik zaten az kaldı. Kahve ikram ederlerse uykun açılır."
"Ah, evet," dedi Ceren hevesle. "Hava da kapalı. Yağmur sesi, kahve, bir de kitap olsa çok güzel olur." Kollarını öne uzatıp tekrar esnedi, bu sefer mutluluktan. "Bu insanlar okumayı seviyor mudur sence?"
"Zenginler bol bol kitap alırlar. Bazıları çok fazla kitap okur, kendini geliştirmeyi sever tüm işinin arasında kitaplara vakit ayırır, bazıları da sadece raflarını süslerler.
Ceren güldü. "İyi, fazla sohbeti sevmiyorum. Hepimiz birer tane kitap alıp kendi köşemize çekilelim ve yağmuru dinleyerek sessizce okuyalım."
Dean gülümsedi, sonra sola dönerek malikanenin önüne çıktı. Gresson's Malikanesi karanlıklar içinde bir saray gibi yükseliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık
FantasyYazar Dean Salvatore, siyah arazi aracını pompacıya (ve sağ koltuktaki eşine) emanet edip indi. Üç saattir araba kullanıyordu ve biraz ayaklarının açılması fena olmazdı. Serin rüzgâr hafifçe tenini okşarken, ağaçlardan gelen huzur dolu kokuyu içine...