Yangın

52 6 0
                                    

bu herifi anlamak şu anki davayı çözmekten daha zor. daha doğrusu onun gibi birinin, karşısındakiyle gerçekten mi ilgilendiği yoksa ilgisi tavlayana kadar mı olduğu pek de belli olmuyor. onun gibi çok fazla saçma insan gördüğüm için her ne kadar rol gereği ona ayak uydursam da kandığım söylenemezdi. yine de gözlerindeki ufak da olsa varlığını fazlasıyla hissettiren samimiyet beni endişelendirmiyor desem yalan olur. kısa sürede düşüncelerimden sıyrılıp ona bir gülümsemeyke ufak bir baş sallaması verdim. soğuk elleri elimi nazikçe kavrayıp üzerine kuru bir öpücük kondurduğı sırada şaşkınlıktan birkaç saniye duraksadım. beni kendime getiren şey kulağımdaki Maki–san'ın sesiydi.

"biri kendisiyle özel olarak ilgilenmediği konusunda Draken'e saçmlama mı demişti sanki?"

"inupi, adam sana yürümüyor, koşuyor."

kapatın çenenizi.

sesimi oldukça kısık tutmaya çalışarak konuşsam da Hajime'nin bana dönen bakışlarına karşılık gülümsedim ve şarkı mırıldandığımı söyleyerek onu geçiştirdim. neyse ki bir şey anlamamış ve tuttuğu elimden çekiştirerek beni içeriye kadar peşinden sürüklemişti. tavırları sanki bir prensese kavalyelik yapıyormuş gibiydi. normal halimi hatırladığımda şu an gerçekten komik bir durumda olmalıydım. Maki–san ve Koko gerizekalısının dalga geçmesine her ne kadar kızsam da şu anki durumda bunu yapmaları oldukça beklenen bir şeydi.

Hajıme karşımdaki sandalyeye geçip oturduktan sonra etrafındaki kızlarla sohbet etmeye başlamış ben de arkama yaslanıp ortamın samimiyetsiz sohbetini dinledim. böyle toplantılarda liderler harici pek fazla konuşan olmazdı. eğer bir lider karşı taraftan biriyle konuşmazsa, herhangi bir şekilde konuşma olmazdı. bu yüzden onlar tarafından birkaç kişi konuşsa da biz Draken'den talimat bekliyormuşuz gibi sessizce operasyonun başlamasını bekliyorduk. karşımdaki manzara izlemeye o kadar da değer bir şey olmadığı için bir an önce bitmesi isteği içimi daraltıylordu. Hajime'nin yanındaki sarışın kızın bakışlarını bir süre üzerimde hissetsem de pek umursamadım. saçma sapan bir kıskançlık kaprisinden fazlası olmadığı belli oluyordu. bunu da daha az umursayamazdım. Hajime yanındaki kızdan kurtulup eline şampanya şişesini aldığında gözlerimi Draken'e doğru çevirdim. ortamın şampanya eğlencesini lehimize kullanabilirdik. draken'in kısık sesle de olsa konuşması dikkat çekebileceği için onun yerine direktifleri ben verdim.

angry, şampanya patlatıldığında.

"anlaşıldı."

tam da planladığımız gibi şampanya patladıktan birkaç saniye sonra ışıklar kesilmiş ve işimize geldiği gibi kadınların çığlıkları ortama kaosu getirdiğinde herkes birbirine çarparak bir yere kaçmaya başlamış ve biz de aralardan geçip elimizdeki kameraları yerleştireceğimiz yerlere ilerledik. karanlık olması bizim için sorun değildi. odanın ve binanın planını herkes ezberlemiş kameraları nereye koyacağımızı adımız gibi biliyorduk. tam kamerayı yerleştireceğim sırada arkamda hissettiğim iri bedenle birkaç saniye durakladım. verdiğim geç tepki yüzünden son hatırladığım şey kokladığım eterden başka bir şey değildi.

"inupi!"

"inupi–san! neredesin!?"

kulağımdan gelen çeşitli seslerin beynimde cızırdaması ve etrafımda hissettiğim sıcaklık ancak gözlerimin yarısını açabilmeme sebep olmuştu. boğazımdaki yanıcı his canımı yakarken konuşmayı bırak gözlerimi tamamen açmaya bile mecalim yoktu. yine de kendimi zorlayarak birkaç kez öksürdüm. kulağımdaki endişeli sesler birkaç saniye duraksadığında hâlâ etrafımda hissettiğim sıcaklıktan dolayı gözlerimi açamıyordum. kulaklarımın uğultusu arasında duyabildiğim tek şey kulaklıktaki sesler ve birkaç çıtırtı sesiydi.

"inupi, güvende misin? ses ver."

gözlerimi sonunda tamamen açabildiğimde öksürüklerimin arasında gördüğüm tek şey üzerime doğru gelen yangından başka bir şey değildi. hayır, hayır. her şey olur ama bu hayır. yangın olmaz. hayır, hayır. korkuyorum. üzerime geliyor. gelme. gelme lütfen. dışarı çıkmak istiyorum. nefes almak istiyorum. bu sefer olmaz. yeniden o anı yaşamak istemiyorum. Tanrım, lütfen.

"INUPI!"

yan-gın.

Draken'in yüksek sesiyle kendime gelebildiğim sırada söyleyebildiğim tek şey buydu. karşımdaki yangının korkusundan ve ellerimle ayaklarıma bağlı ipler yüzünden yerimden kıpırdayamasam da artık kulağımdaki sesler daha netti. tam olarak neler olduğunu kavrayamasam da etrafıma bakındım. çok da uzakta olmadığını düşündüğüm bir deponun içindeydim. uzakta olmadığımıza emindim çünkü dışarıdan hâlâ birkaç çığlık sesi geliyordu. yanıma bırakılmış not ve karşımdaki yangın harici bir şey yok gibi görünüyordu. Tanrım! sıçtığımın oyununu kim hazırladı böyle!

"bu Hajime–sama'dan uzaklaşman için ilk ve son uyarıydı. eğer oradan canlı çıkabilirsen, beni bul küçük sürtük. —A."

Ken.. nefes.. alamıyorum..

"Inupi–san, dayan lütfen."

"Inupi, yangının içinde olabilir! Black Dragon!"

yangının dumanından dolayı zar zor açabildiğim gözlerim tekrar kapanmaya başladığında yangın çoktan etrafımı sarmaya başlamıştı. alevler yakınıma geldikçe çığlık atma isteğim daha da artıyordu ama ağzımı açtığım anda ölebilirdim. kulağımdaki sesler artık tamamen uğultuya dönüştüğünde dengemi koruyamayıp yan tarafa doğru düştüm. son bir güçle kulağımdan düşen iletişim cihazını ateşin içine doğru attım. aynı o günkü gibiydi. o günden beri bir gün bile aksamadan gördüğüm kabuslardaki gibi.

kimse yok.. kurtulmak istiyorum ama bu sefer sen de yoksun. özür dilerim. özür dilerim. özür dilerim. o gün yaptıklarım yüzünden tekrar bu haldeyim. ölmeyi hakediyorum. kurtulmak istiyorum ama ölmeyi hakediyorum. özür dilerim..

bilincim tamamen kapanmadan önce hatırladığım son şey, buraya doğru gelen ve ismimi seslenen bir silüetti. kimsin sen?


-Keyifli okumalar!

Glowing in the Dark | Kokonui. Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin