Herkese merhabalar. Bildiğiniz üzere bu kurguyu daha önceden yayınlamıştım ancak çoğu yer içime sinmemişti. Bu nedenle birtakım değişiklikler ile beraber yeniden karşınızdayız. Keyifli okumalar!
🤍
Gripin-Beş
"Zor olan ne biliyor musun? Çığlık çığlığasın ama sesini duyan yok."
~Cemal Süreya13/09/2020
PerşembeO gün, rüzgârlı bir hava vardı ve herkes günün yorgunluğuyla bir yerlere yetişmeye çalışıyordu. Bir evde akşam yemeği hazırlıkları yapılıyor, bir diğerinde ise o gün yaşanılanlar bir kahve eşliğinde sohbet konusu oluyordu.
Dışarıda da durum pek farklı değildi. İşten çıkanlar İstanbul trafiğine takılmadan eve ulaşmaya çalışıyor, mesaiye kalan çalışanlar ise bir yandan söylenip diğer yandan işe koyuluyorlardı. Bu kimseler için bugünün ne diğer günlerden ne de diğer zamanlardan bir farkı vardı. Hayat, her zamanki monotonluğu ile devam ediyordu.
Ve fakat diğerleri için son derece sıradan olan bu tarih, birileri için tam tersiydi.
Deniz Koçak, yatağında cenin pozisyonunu almış bir biçimde bir şeyler mırıldanıyordu:
"Şşt! Sakin, sakin ol! Nefes al... Unutacağız. Her dakikasını ve her anını..." yavaşça gözlerini kapattı ama bütün korkuları anında üzerine hücum edince irkilerek göz kapaklarını araladı. "Tamam, unutmayız biz de. Şşt! Ağlama, sakın ağlama. Duymasın, duyarsa gelir. Gelmesin! Hayır, hayır gelmesin!" Yeniden gözlerini kapattı ama gözlerinden akan yaşlara engel olamamıştı.
Deniz Koçak ağlıyordu, her zamankinden daha şiddetli...
Deniz Koçak nefret doluydu, her zamankinden daha fazla...
Bir süre sonra adım sesleri işitti. Geliyordu, yine ve yine o geliyordu. Deniz Koçak bu adımların sahibi yüzünden uyandığı her güne lanet ediyordu.
Kapı açıldı.
İçeriye iki adam girdi. Biri otuzlu yaşlarındaydı. İri bir vücudu, bakanın bir daha bakacağı cinsten bir fiziği vardı. Ancak çatık kaşlarının altından etrafa bakan yeşil gözleri, bakanı ürkütüyor yahut rahatsız ediyordu. Çünkü bu gözler, yeşilin huzur veren o tonundan tamamen uzak; puslu, soğuk, bataklık yeşili diye tabir edilen bir tondaydı.
İçeri girmiş olan diğer adam ise kırklı yaşlarının sonundaydı. Hafif kambur olan adamın üzerindeki beyaz önlükten doktor olduğu anlaşılıyordu. Kalın yuvarlak gözlükleri, kırışıklıklara dolu bir alnı ile yanındaki adama göre bir hayli kısa kalıyordu. Girer girmez Deniz'e yöneldi ve rutin muayene için geldiğini bildirdi.
Yapılan kısa bir kontrolün ardından doktor ona dinlenmesini önerdi ayrıca ona destek olması ve ilaçlarını kullanmasında yardımcı olacak bir hemşire de ayarlayacağını ve bir psikologla görüşmesini tavsiye etti. Deniz başını iki yana salladı korkuyla. Psikologlardan nefret ederdi çünkü bilirdi; hiçbiri kendisine değil, ona yardımcı olurdu...
Doktor, hiçbir şey söylemeden çıktığında odada başbaşa kaldılar. O, bir adım attı ve Deniz ürkerek geri çekildi. Ama durmadı, Deniz'in üzerine doğru yürüdü. Deniz daha fazla dayanamadı ve dizlerinin üzerine çöktü. O da aynını yaptı. Ardından yüzündeki gülümsemeyle başını yaklaştırdı. Deniz, korku dolu gözlerle onu izliyordu. Kalbinin korkuyla çırpınışları odada yankılanıyordu.
Fakat o, bunu umursamadı. Onun yerine
"Merak etme, iyi olacaksın." dedi. "Seni iyileştireceğim, kurtaracağım, kendin olmanı sağlayacağım." Deniz ona inanmadı. O ise devam etti, "İyi olman için ne gerekiyorsa yapacağım, kâbusların dinecek!" Deniz yine ona inanmadı.Adam sakin bir sesle sözünü sürdürdü. "Bak Deniz, senin için en iyi psikologlardan randevu alacağım. Sadece kabul et, lütfen." Adam adeta yalvararak bakıyordu. Fakat Deniz, inanmadı. Çünkü biliyordu; karşısındaki adamın asıl amacı bambaşkaydı. Kendisini umursamıyordu bile! Sadece daha rahat oynatabileceği bir kukla istiyordu hepsi bu. Eğer aksi olsaydı o gün gitmesine izin verirdi. Başını salladı ama adam vazgeçmedi. Deniz Koçak, yeniden ağlamasına engel olamadı.
Adam yeniden konuştu, "Deniz, bunun ne kadar zor olduğunu anlıyorum. Fakat sen... Deniz, sen hastasın."
Deniz'in gözleri kocaman açıldı, başını iki yana salladı ve "Hayır," diye fısıldadı. Ardından daha yüksek sesle söyledi. Kafasını daha hızlı sallamaya ve bu kez hıçkırarak ağlamaya başladı. Ne saçmalıktı!? Nasıl hasta olabilirdi!? Asıl hasta olanlar ona bunları yaşatanlardı. Hak ettiği bu muydu!? Kimse böyle bir şeyi hak etmezdi, onun ne günahı vardı da bunlara katlanmak zorunda kalmıştı!? O iğrenç insanlar değil de kendisi mi hastaydı gerçekten!? Bunları düşünürken bir yandan da konuşmaya devam ediyordu:
"Hayır! Hayır! Hayır! Hayır!.." Ne zaman aşırı korksa böyle olurdu. Aynı şeyi ağlayarak defalarca tekrar ederdi.
"Hayır! Hayır! Hayır! Hayır! Hayır! Hayır!.."
Sesi gitgide yükseldi, çığlıkları odada yankılanıyordu. Adam, gözlerini yumdu, nefes aldı ve sakinleşmek için kendine zaman tanıdı. Deniz'in bu patlama anlarına alışıktı. Yine de sinirlenmeden edemiyordu. Gözlerini açtığında kapıya yönelip sakinleştirici getirilmesini istedi.
Sakinleştirici vuruluncaya dek Deniz, sürekli aynı şeyi söyledi. Sakinleştiriciyi vuran hasta bakıcı, haline acımış olacak ki "Abiniz yalnızca sizin iyiliğinizi istiyor." diyerek boş yere teselli vermeye çalıştı. Deniz acıyla gülümsedi, bakışları 'beni anlamıyorsun' der gibiydi fakat bakıcı kadın onu görmedi. Deniz uykuya dalmadan önce ilk kez farklı bir şey söyledi ve bu "Ben, hasta değilim." diye fısıldamak oldu.
Sesi çok kısık çıktığından kimse onu duymadı. Fakat o fısıltı arkasında nice çığlıklar saklıyordu. Ne acı ki bu çığlıkları da duyan kimse olmadı.
Deniz Koçak, hayattaki her acıyı kabullenme potansiyeline sahipti, her düşüşte yeniden ayaklanmasını da bilirdi. Hatta belki de devam etmeyi ondan iyi beceren yoktu. Fakat hasta olduğunu asla kabul etmezdi. Bu şekilde devam edemezdi. Ve Maalesef ki ona inanan tek bir kişi bile yoktu...
Deniz Koçak o gün acı çekiyordu, her zamanki gibi...
Devam edecek...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ACILAR VE UMUTLAR
JugendliteraturKadın geçmişin acılarıyla her gün biraz daha ölürdü, adam geleceğin umutlarıyla biraz daha yaşardı. Sonra bir gün hayat dolu adam; ölmeyi arzulayan kadınla tanıştı...