15 yıl sonra
Güney'in tek ve biricik Güney Su Kabilesinin o meşhur, şifa dolu lagününün yakınlarında Jimin kar örtüsüyle kaplı sahilde oturuyorken, bir anda altındaki karlar hareket etmiş, kendisini havaya kaldırmıştı.
Sadece gözleri hafiften büyümüş, yıllardır yaşadığı şeye ufak da olsa alışamadığını kanıtlamıştı.
"Jeon Jeongguk!" Sitemle söylendi.
"Park Jimin ?" Alayla ve kar kütlesiyle birlikte, çok sevdiği kardeşini de lagünün ortasına doğru ilerletti.
Jeongguk ise suya adım attığı gibi, toprakta ilerliyor gibi yürümeye devam etmişti. Su buz olmuyordu, su ayağına göre şekilleniyor, sert ve katı gibi davranıyordu her adımını attığında.
"Bir ses verseydin bari, neden beklettin beni bu kadar salaklar hazretleri ?" Diye çemkirdi Jimin. Uzun saçları sabah anneleri tarafından özenle yukarıda toplanmış ve ünlü savaşçıların kullandığı yaprak desenli bir tutturucuyla sabitlenmişti.
İkisinin de giydiği hanboklar uyumluydu. Jeongguk mavi ve beyazın süslediği, arasında yeşilde barındıran bir kıyafet giymişken, Jimin mavinin ve morun âhenkle üstünde durduğu bir hanbok giymişti.
"Ah sorma hyung. Bak çok seveceğin birşey anlatacağım şimdi. Sabah kalkıyorum, su ve toprak eş zamanlı beni uyandırıyor. Kar baykuşlarının sesini duyuyorum, mükemmel kahvaltının kokusunu aldığım için yemeğe iniyorum derken-" Jeongguk güzel ve tatlı rollere bürünerek anlatırken Jimin karların üzerinden sağ elini kaldırarak Jeongguk'u kesmişti.
"Dur tahmin edeceğim!" Heyecanla konuştu Jimin. Jeongguk eliyle devam etmesini istediğinde, Jimin birkaç salise düşünüyor gibi davranarak tekrar konuştu.
"Babamın o mükemmel özlü sözleri. Onlara maruz kaldın değil mi ?" Jimin sağ işaret parmağını Jeongguk'a doğrultup, dizlerinin üzerinde yükselirken tehditsel ses tonuyla onu korkuttuğunu düşünüyordu.
Doğru tahmin etme düşüncesinin verdiği o yoğun hazzın etkisiyle çok tatlı bir atmosfer oluşturmuştu.
"Denk! Yanlış. Keşke öyle olsaydı bu sefer öyle olmadı. Bu sefer iki kişiydi. Babaannem ve Konam amca ikisi de benim gezmeye çıkmam konusunda hemfikir." Jeongguk konuşurken üzüntülü bir havası vardı.
"E bu harika haber, beraber kıyılara gideriz güzelce gezeriz Ggukie" diye mutluca sırıttı Jimin. Fakat Jeongguk gülümsemiyordu. Mutluluk kelimesinin 'm'si bile şuan onunla değildi.
"O iş öyle değil hyung. Başka yerlere git dediler. Ateş uygarlığı, toprak, kristal, hava, güney kabilesi dışındaki kabilelerin neden yok olduğunu ve daha niceleri. Bunları merak ediyorum ama.. O'nu bırakmak istemiyorum." Jeongguk neredeyse ağlayacak kıvama gelmişti. O'ndan kastını Jimin çok iyi anlamıştı.
"Hey, küçük tavşan." Seslendi Jimin gümüş rengindeki kafasını buluta benzeyen karların bir kenarından çıkarıp aşağıdaki kardeşine bakarken.
"Hm" diyebildi Jeongguk. Gözleri hafiften doluyordu.
"Neden onu da yanımıza almıyoruz ?" Demişti gözleri dolu çocuğa merakla bakarak. Bu olabilirdi.
"A-ama hyung ya, ya ona bakamazsam ? Ya onu besleyecek bir şey bulamazsam ? Nereye gideceğimiz belli değil ki." Jeongguk şüphelerini korkuyla sıraya koydu ve bir bir hyunguna söyledi.
"Beyni olan ama beynini kullanamayan salaklar hazretleri sus ve beni dinle. Beynini kullanabilen mükemmel hyungun konuşacak." Jimin alayla egosunu birleştirdi bahanesiyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Custodiae 🌊 🔥✓
FanficBir su bükücü ve ateş bükücünün yolu yamyam kampında kesişir. (。•̀ᴗ-)✧ Yazar X bxb Semetae Yan shipler; Yoonmin Namjin