Felix
Minho'nun sıkıştırmalarını umursamadan çantamı omzuma asıp kendimi evden dışarı attım. Hava güzel olunca koyu giyinmek hoşuma gitmiyordu, gökyüzü pırıl pırılken ona eşlik etmek istiyordum. Açık renkli kotumun kemerini düzeltip çantamı karıştırdım ve cüzdanımı bulunca kapıda çağırdığım taksiyi beklemeye başladım, bu sırada telefondan konumu açtım.
Hyunjin'le iki gündür tanışıyorduk ve sadece bir saat yüz yüze görüşmüştük ama hem o gece bana yardım etmesi hem de hiç tanımadığı birini bile ses çıkarmadan dinleyip anlamaya çalışması çok hoşuma gitmişti, kötü bir insan olmadığını anlamam üç dakika bile sürmemişti belki de. Gelmeden önce Korece üzerinde çalışsam da günlük konuşmada kaçırdığım noktalar oluyordu, o gece sohbet ederken araya ingilizce sıkıştırdığımda bir kez bile ne demek istediğimi sormamış kendi kendine anlamaya çalışmıştı, bakışlarından bile belli oluyordu. Eğlenceli bir kişiliği olduğu evinin her yerindeki tablolardan, o gece beni içeri alırken dirseklerine kadar uzanan boya lekelerinden anlaşılıyordu.
Hyunjin ressam olduğunu söylemişti. Daha doğrusu olmak istediğini ama okulu bitirmek zorunda olduğunu. Onu anlıyordum, ben de buraya gelirken aşçı olmayı düşünüyordum ama okulu bitirmem şarttı. İstemediğim bölüm bile olsa başlamıştım, geçen zamanı heba edemezdim.
Taksiye binip konumu verdikten sonra Hyunjin'e yolda olduğumu yazdım. Nedensiz bir şekilde heyecanlanıyor, belki de buradaki ilk resmi ve yeni arkadaşımla konuşmak için fazla stres yapıyordum ama sakin olacaktım. Olacaktım. Zaten Hyunjin'in yanında başka türlü olacağını da düşünmüyordum, beni tanımazken bile yaşadığım tüm kötü olayları unutturup ruhumu hafifletmişti, bir kafe buluşmasında mı gerilecektim?
Parasını ödedikten sonra taksiden inip kafeye girdim. Kafe minik, bitkilerle dolu bir kafeydi. Cam kenarı güzel bir masa bakınırken kafenin köşesinde bulunan boya ve fırça dolu masayı, gelen insanların bıraktıkları anılarla dolup taşmış duvarı görünce hafifçe gülümsedim. Onu bu kadar çabuk çözmek hoşuma gitmişti, gizemi sevmezdim de zaten.
Biraz güneş görünce şımardığımdan çilekli frozen söyleyip yerden bir iki santim havada kalan ayaklarımı sallayarak etrafa bakındım. Güneş ışıkları bitkilerin yapraklarına vuruyor, yeni sulandığı belli bitkilerin üstünde usul usul kayan damlalara eşlik ederek gözümü alıyordu. Elimi bitkinin yaprakları arasından fışkıran minik pembe çiçeğe değdirip gülümsedim, yaprakları kadife gibi, parmaklarımın arasından kayıyordu. Çiçekte parmaklarımı gezdirip beni hissetmesini umarken güneş kayıp da gözlerime çarpınca gözlerimi sıkıca kapatıp gülümsedim. Kim ne derse desin, güneşin anne kucağı gibi huzurlu hissettiren hafif sıcak ışıklarını seviyordum. Yaşadığımı hissetmemin en güzel yoluydu onlara dokunmak.
"Selaam."
Kulağıma üflenen ılık nefesle irkilip arkamı döndüm. Uzun siyah saçlarının bir kısmını kulağının arkasına sıkıştırmış, siyah kısa kollu gömleğini koyu renkli kotunun içine sıkıştırmıştı. Bana dokunan güneş şimdi onun kırmızı dudaklarının, beyaz teninin üstünde dolaşıp gülümsemesini daha da tatlı bir hale getiriyordu. Gülümsedim. Ayağa kalkıp sarıldım. Fazla görünebilirdi ama güvende hissettiren insanlardan temasımı sakınamıyordum, o da sarılmamı karşılık bırakmayıp tek koluyla belime sarılmıştı.
"Bir dakikadır falan arkanda duruyordum, çiçekle arandaki çekim kapıdan itibaren yüzüme vurdu."
"Yaa..." Gülerek başımı iki yana salladım. Bunu ilk defa dduymuyordum en azından.
"Seviyorum doğayı. İnsanlarda olmayan bir saflık var onlarda."
"Belli belli, kolay yol buysa bitki olmayı dileyip uyurum"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rain / hyunlix
FanfictionFelix, yağmurun altında ağlarken Hyunjin resmini bırakmış pencereden onu izliyordu.