02: karanlıkta kalanlar.

116 50 49
                                    

"Ciddi olamazsın!" Kahkahalarının arasından zar zor konuşuyordu. Minho'nun yüzünde ise hiçbir ifade yoktu, öylece elleri dizinde gülmesini engellemeye çalışan gence bakıyordu.

"Ah, üzgünüm. Sadece, fazla umursamazsın." dedi vücudunu dikleştirirken.

"Evet. Her neyse, gitmem gerek." Son sözleri bunlar olmuştu Minho'nun. Gencin yanından geçip gittiğinde bir daha konuşmayız diye düşünmüştü. Ancak gülümsemesine engel olamayan gencin aklında farklı planlar vardı.

-----

Hastane çıkışı eve doğru ilerliyordu Minho. Yaz yaklaşıyordu, bu yüzden hava sıcaklığı son zamanlarda giderek artıyordu. Sıcak hava, alnında ter damlalarının birikmesine sebep olmuştu.

Hastaneden çıktıktan sonra o çocuğu bir daha görmemişti. Okul haricinde de göreceğini sanmıyordu. Kendisiyle bir daha konuşmak isteyeceğini bile düşünmüyordu. Ancak şans eseri karşılaştığı o gencin aklında farklı planlar vardı.

Örneğin elektrik direğine yaslanıp hastanede karşılaştığı çocuğun yolunu kesmek gibi. Demir direğe yaslanmış telefonuyla uğraşıyordu. Yaklaşan adım seslerini işittiğinde kafasını telefonundan kaldırıp kaldırımda yürüyen gence baktı.

"Bu ne büyük bir tesadüf!" dedi, sanki karşılaşmaları bilerek olmamış gibi.

Büyük olan ise fark ettiği durum karşısında yolunu değiştirerek, ara sokaklardan birine girmişti.

"Üzgünüm ama tesadüflerine dahil olmak istemiyorum." diyerek sokak arasında ilerlemeye başladı.

"Hey! Beni bekle!" dedi, yetişmeye çalıştığı gence doğru. Nihayet yanına vardığında ise soluklanmaya çalışırken aklındaki soruyu sordu.

"Adın ne? Aynı sınıftayız ama seni neredeyse hiç görmedim." dedi, vücudunu dikleştirirken.

"Lee Minho. Fazla konuşkan biri olduğum söylenemez. Derslere de pek katılmam" Kendisine bile bakmıyordu. Cevap verirken yüzünde herhangi bir ifade dahi yoktu.

"Ben de Jisung, Han Jisung. Memnun oldum." dedi kocaman gülümsemesiyle. Daha sonra ise neden burada olduğunu hatırlayarak Minho'nun önüne geçip, durmasına neden oldu.

"Aslında bakarsan, boşuna buraya gelmedim. Hastalığımı senden başka bilen yok. Ailem dışında kimsenin haberi yok. En yakın arkadaşlarım bile bunu bilmiyor. Senden ricam, aramızda kalsa olur mu?"

"Neden kimseye söylemedin?" dedi Minho, sanki umursamıyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde.

"Eğer söyleseydim, hastaymışım gibi davranacaklar bana acıyacaklardı. Son zamanlarımı acınacak bir insan olarak geçirmek istemezdim. İnsanların etrafımda dönmesi hoşuma gitmiyor. Bu yüzden senden ricam, ölene kadar bunun saklı kalmasını sağla."

"Merak etme, kimseye söylemem. Zaten söyleyecek veya konuşacak bir arkadaşım da yok. Eğer bunun için geldiysen, boşuna zahmet etmişsin, çünkü hastalığınla ilgilenmiyorum."

"Ne yani hiç arkadaşın yok mu? Bir tane bile mi yok?" dedi sorgulayan bakışlarla. Minho ise derin bir nefes verip, durumun saçmalığını düşündü.

"Cidden söylediğim o kadar cümle içerisinden dikkat ettiğin tek şey bu mu?" Jisung ise hâlâ sorusunun cevabını alamamıştı.

"Arkadaşın yok mu?" dedi bir kez daha. Evet, takıldığı tek nokta burasıydı. Nedenini bilmiyordu ancak onun adına üzülmüştü.

"Yok. Olmasını da istemiyorum. Tek takılmayı seven biriyim, insanlarla ilişkim iyi değil." Şeklinde cevapladıktan sonra, Jisung'un cevap vermesine zaman tanımadan yanından geçip gitmişti.

Jisung ise bir insanın nasıl bu kadar umursamaz olabileceğini düşünüyordu. Hastanede karşılaştıklarında da aynı şekilde cevaplar vermişti. Bu yüzden nasıl biri olduğunu az çok çözmüştü, ancak çevresinde herhangi birini istemiyor oluşu garip gelmişti.

Yanından geçip giden bedene göz devirip, peşinden ilerlemeye başladı. Halen aralarında birkaç adım varken aklındaki soruyu sordu.

"Eğer istersen ölmeden önceki zamanımı seninle vakit geçirerek harcayabilirim." Minho bu cümleleri duymayı beklemiyor olacak ki olduğu yerde kalakalmıştı. Kendine geldiğinde ise Jisung karşısında durmuş, cevap bekler gibi ona bakıyordu.

"Gerek yok. Başkaları için zamanımı harcama, kendin için neyin iyi olduğunu düşünüyorsan onu yap. Seni mutlu edecek kararlar al, ve bunu başkalarının yapmasına izin verme." Diyerek tekrar yürümeye başlamıştı.

Jisung duyduğu cümlelerden her ne kadar etkilenmiş olsa da belli etmemek ve gülmemek için yanağını ısırıyordu. Bu çocuğu sevmişti.

"Pekala, o halde bundan sonra kendimi mutlu edecek kararlar alacağım." Yan yana geldiklerinde Jisung, somurtan yüze bir kez daha baktı, sonrasında önüne dönerek yürümeye başladı. Minho ona gitmesini söylememişti, yani yol boyunca ona eşlik etmesinde bir sakınca yoktu.

Sessiz geçen birkaç dakikanın sonunda, sessizliği bozan Jisung oldu. Parmağıyla tersi yönü göstererek konuşmaya başladı.

"Benim bu taraftan gitmem gerek. Sonra görüşürüz, Minho." Minho herhangi bir cevap vermeden sekerek giden genci izledi. Ona göre fazla enerjik biriydi, katlanılamayacak kadar hem de.

Derin bir nefes alıp önüne dönerek kendi evine doğru yürümeye başladı. Bugünlük bu kadar tesadüf yeter de artardı ona göre. Zaten bir daha karşılaşacaklarını da sanmıyordu.

-&-
kisa oldu biraz ya sanki
neyse olur oyle seyler
bu fici yazmak cok hosuma gidiyorrr
umarim okumak da sizin hosunuza gider (her ne kadar sonda sular seller gibi aglayacak olsaniz da hehehe)
seviyorum sizi!!
oy ve yorum yapmayi unutmayin
hoscakalin, benimle kalin!! ♡

ölümle yaşamak 𝜗𝜚 minsung. ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin