Bölüm 14: Anastasia'nın Planı
Bedenimde hissettiğim değişim, içimde saklanan ruhumu ortaya çıkarıyordu. Bu zamana kadar yapmaktan korktuğum her şey toprağın altından filizlenen bir çiçek, sonbaharda dökülen yaprakların baharda yeniden canlanması ve güneşin dağların ardından yeniden doğması gibiydi. Bedenimde yaşadığım bu farklılık benliğimi fark edişimdi. Kendi sesimi duyuşum, yıkılışımı fark edişimdi. Günden güne bir mum gibi eridiğimi gösteren bir aynaydı kimine göre... Bir uçurumun kenarında solgun bir çiçek olmak değil, o uçurumun kenarında karların arasından çıkan bir kardelendi belki de.
Her şey bir anda var olmuş ve her şey bir anda yok olmuştu.
Karanlığın yüzüğü ortaya çıkmıştı. Yıllar sonra benim parmaklarımda hayat bulmuştu. Tutunacak bir dal gibi görüyordu beni. Sert rüzgârın esintisiyle kopmak üzere olan o daldaki son yapraktı belki de. Bir umut tutunmuştu bana. Bir umut...
Oysa o tutunduğu ağacın köklerinin kuruduğunu bilmiyordu. O ağacın kuruduğunu bilmiyordu.
Ölmek ve yer ile buluşmak üzere olan bir yaprak koca bir ağaca can verir miydi? Tek başına... Kimsesizken...
Veriyormuş...
O yaprak beni çok büyük bir yanlıştan döndürmüştü. Bir anlık öfke ve yaşadığım ölüm korkusuyla kendimi bulmuştum o uçurumda. Hırçın dalgaların kulaklarımı sağır ettiği o uçurum benim ölüm çukurum olacaktı bu gece. Bu yaprak... Öyle bir tutunmuştu ki dallarıma... O an fark etmiştim. Benim görevim sadece yaşamak değildi. Aynı zamanda yaşatmaktı...
Yaşamak için başlattığım bu savaşta yaşatmak için de savaşacaktım. Zira yaşamayı seçmek kendimi, yaşatmayı seçmek herkesi kurtarırdı.
Ben yalnızca kendimi değil. Herkesi yaşatmak istiyordum. Irkı, soyu, kanı fark etmeksizin. Ardena'da daha fazla kan dökülmesini istemiyordum. O kanların barınması gereken yer Ardena'nın uğursuz toprakları ve korku dolu suları olmamalıydı. O kanlar damarlarında akmalıydı. Ait oldukları yerde.
Bu gece verdiğim karar ile birlikte tek gayem bu olacaktı. Ben yaşarsam onları yaşatmak için her şeyi yapacaktım. Fakat ben ölürsem, öldürülürsem, onlar çoktan kendi mezarlarını kazmış olacaklardı. Tek eksik ise toprağın üstünde gezen bedenleri olacaktı. Zamanı geldiğinde kendi elleriyle açtıkları o mezara gireceklerdi.
Parmağımda duran siyah yüzüğü döndürüyordum parmağımın etrafında. Her çevirdiğimde çocukluğumdan birkaç anı beliriyordu gözümün önünde.
"Saf Karanlığı bulursak Elçileri yenebilir miyiz sahiden?" diyordu küçük Chris'in sesi. Kral ise gülüyordu.
"Elçiler ne ki..." diyordu Kral keyifli bir kahkahanın arasında. "Bütün bir Dünya'yı fethederiz o yüzükle."
Yüzümde küçük bir gülümseme belirdi ve yüzüğü bir kez daha döndürdüm parmağımda.
"Anastasia yüzüğü nereye sakladı peki?" diyordu Caleb'ın meraklı sesi.
Kral hayıflandı.
"Bilmiyoruz Rowan... Anastasia bu Dünya'dan kendini azat edeli bir buçuk asrı geçti. Yıllardır ne Elçiler ne de Bekçiler o yüzüğü bulamadı. Ardena'nın altını üstüne getirdiler. Yüzük yok."
"Ya hepsi bir efsaneyse?" diyordum küçücük halimle. Kral gülüyordu.
"O dönemin maharetli sanatçıları Anastasia ve Saf Karanlığın resimlerini çizmiş sevgili Rosemarry. Üstelik Saf Karanlığın yarattığı yıkım hâlâ duruyor. Hırçın Deniz buna en büyük örnektir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇARESİZ KRAL (KARANLIĞIN YÜZÜĞÜ SERİSİ-1)
FantasíaDünya'nın unutulan ve sonradan hatırlanan o eşsiz toprakları... Ardena... Nice krallıkların hüküm sürdüğü ama o uğursuz kara topraklarında kimsenin barınamadığı bir ölüm çukuru. Nice soyların başlayıp bittiği, nice ırklar ve yaratıkların doğup öldüğ...