"Biz her şeyden habersiz beş kişi,
Yarın evimizi, şehrimizi, her şeyimizi kaybedeceğimizi
Bilmeden bugünü de yaşamıştık..."~~~
Soğuk bir kış günüydü. Haftanın günlerinden ise pazardı. Hava çok serindi, yağmur yağıyordu. Ağaçların yaprakları havada süzülüyordu. Pencerenin yanına oturmuş yağmuru izliyordum. Yağmur benim için bir çok şeyi ifade ederdi. Kimi zaman gözyaşlarım, kimi zaman acımı dindirecek melodi, kimi zaman ise rahatlama müziği... İşte bu yüzden yağmuru çok seviyordum. Yağmurun altında dolaşmak istediğim zaman annemin buna izin vermeyeceğini adım kadar iyi bildiğim için sormaya bile yeltenmiyordum.
Birinci dönemin iki haftalık tatili sona eriyordu. Günlerimi ders çalışarak veya boş bir şekilde geçirmiştim. Bu tatil bana sadece dinlenme fırsatı sunmuştu, o da yeterdi. Ama ardı arkası bilmeden gördüğüm rüyalar beni çok huzursuz ediyordu. Pazartesi gününden bu pazar gününe kadar deprem ile ilgili rüyalar görmüştüm. Anneme hatta hiç kimseye anlatmamıştım. Fakat korkmaya başlamıştım, özeĺlikle de bugün gördüğüm o rüya canımı çok sıkmıştı. Eskiden sevdiğim geceleri sevmez olmuştum. Sabah çok mutluyken gece yatağa girip o kabusları görmek istemiyordum. Belki de o kabusları görmemin nedeni sürekli deprem olmasıydı, bilemiyordum.
Oturduğum koltuktan kalkıp mutfağa annemin yanına gittim. O güzel yemeklerinden hazırlıyordu, "Yine hangi güzel yemeğini yapıyorsun? Burnuma enfes kokular geliyor." dedim ve yanağına küçük bir öpücük kondurdum.
"Kızarmış tavuk, pilav." dedi, gülümsedim. Dolabı açıp içinden bardak çıkardım, şişeyi elime aldım ve içmek için su doldurmaya başladım. "Anne." diye mırıldandım. Annem bir şey soracağımı anlayıp, "Yine ne oldu? Ne soracaksın? Matematik sorusunu mu bilemedin?"
Gülerek beni ne kadar iyi tanıdığına baktım. Hâl ve hareketlerimden her şeyi anlıyordu. O bir taneydi.
"Hayır, bu sefer matematik sorusu sormayacağım." dedikten sonra suyu içip bardağı tezgâha bıraktım, ardından konuşmaya devam ettim, "Sadece içimi sıkan bir durum var. Aslında sana anlatmayacaktım ama bugünkü de çok canımı sıktı." suratımı astım.
"Ne oldu anlat bakalım. Zaten çoğu şeyini bizimle paylaşmıyorsun. Paylaşınca rahatlayacağını göreceksin."
Ona minnettar bir tavırla baktım. Haklıydı. Okulda kötü bir olay yaşasam veya içimi sıkan bir şeyler olsa bile kimseye anlatmaz kendi kendime çözüm yolu bulup o yolda ilerlerdim ya da içime atamayıp günlüğüme yazardım. Bu da benim bir kişilik özelliğimdi, değiştiremiyordum.
"İnanır mısın bilmiyorum ama bu hafta depremden başka şey rüyama girmedi. Hiç inandırıcı değil belki inanmazsın ama öyle. Bugün de gördüm, hemde en kötüsü belki de bugün gördüğümdü."
Annem bana baktı, bir çocuk gelişimci olarak gözlerimdeki hisleri okuyabildiğini biliyordum, "Sana neden inanmayayım ki? Olabilir böyle şeyler. Belki de yaşadığımız o depremler aklında kalıyordur, olamaz mı? "
"Olabilir," diye mırıldandım ve konuşmaya devam ettim, "Bir tanesinde çok hızlı bir şekilde sallanıyorduk. Ablam yanımda, Yiğit ve sen başka bir odadaydınız. Sallantının etkisiyle ev yıkılmış enkaz altında kalmıştık. Ablam,
ben ve Yiğit enkazın altından çıkmayı başarmıştık. Fakat seni bir kıyafet dolabında yatarken görmüştüm. Sana ağlayarak seslenmiştim, "Anne! Uyan annee...!" diye. Fakat henüz sen uyanamadan ben uyanmıştım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASRIN FELAKETİ
Random"Ölmeyeceksin," diye fısıldadı annesi ama sesinde umut yoktu, sadece umudunu yitirmiş, çaresiz bir kadının sesiydi bu. "Hepimiz yaşayacağız, buradan gideceğiz ama şimdi arabaya geçmemiz gerek, çok ıslandık." Yüzünü annesine çevirdi, yaşla dolup ta...