Ellerim titriyordu. Suho abiyi aradıktan sonra telefonu ve bıçağı yere fırlattım. Kendimi kaybetmiştim. Tekrar Tao'ya dokundum.
"Lanet olasıca pislik! Uyan!" diye bağırdım.
Evet onun ölmesini istiyordum. Ama ben katil değildim. Olamazdım da.. Bu yüzden uyanmasını istiyordum. Tao'yu deli gibi sarsmaya başlamıştım.
"Uyan diyorum sana! Uyan artık! Aç gözlerini! Lanet olsun!" diye bağırarak sarsıyordum. Kanlar etrafa daha fazla yayılmıştı. Gözyaşlarımı tutamıyordum.
Suho abinin ayak seslerini duydum. Anında yanımıza geldi.
"Ne yaptın Sehun? Ne oluyor? Söylediğin gerçek miydi?" dedi.
"B-ben onu ö-öl... ö-öldürdüm.." dedim. Korkudan titriyordum.
"Sen çekil." diyerek beni yavaşça yana itti.
Suho abi her zaman sakin ve yumuşak biriydi. Gözlerinin renk değiştirdiğine bile şahit olmamıştım. Ama o an bana kıpkırmızı gözlerle bakıyordu. Akan yaşları fark ettiğimde ise kalbime bıçak saplanmıştı sanki.
"Tao.. Sen güçlüsün biliyorum.. Ne olur kalk... Uyan.." diye bağırdı güçsüz sesiyle. Tao'nun diğer tarafına geçip kalbini dinlemeye çalıştım.
"Beni yalnız bırakamazsın Tao!" diye bağırdı tekrar. Göz göze geldiğimizde ürpermiştim. O an kesinlikle benden nefret ediyordu.
Ellerimi bıçağı sapladığım yerin üzerinde gezdirdim. Bunu yapabildiğime hala inanamıyordum.
"Lanet olsun Tao. Katil olmak istemiyorum! Uyan." dedim. Canım yanıyordu. Hayatımı bitiren insanın yaşıyor olması için dua ediyordum.
Suho abi Tao'nun üzerindekileri çıkardı. Yara çok derin görünüyordu ve hala biraz kanıyordu.
"Kalbi atıyor mu?" diye sordum.
"Atıyorsa bile çok zayıftır. Çünkü ben duyamıyorum. Yani sanırım atmıyor." dedi.
Yaranın üzerine dokundum. Sadece iyi olması için dua ediyordum. Sonra bir kez daha şok olacağım bir şey gördüm. Yaralar yavaş yavaş kapanıyordu. Sanki o bıçağı oraya hiç saplamamışım gibi kusursuz görünüyordu. Kafamı kaldırıp Suho abiye baktım.
"Ne oluyor?" diye sordum.
"Bu türümüzün vampirlerle ortak olan bir özelliği. Yaralarımızı iyileştirebiliyoruz. Ama bu çok sık olmuyordu. Yani sadece kalbimiz atıyorsa geçerli. Biz de normal insanlar gibi yaralanıp ölebiliyoruz." dedi. Ne farkımız vardı o zaman tam anlamıyordum. Kısmen birer canavardık. Ama fazlasıyla insan özelliği taşıyorduk.
Olanlar karşısında şaşkınlığımı gizleyemiyordum. Özür dilemem gerektiğini biliyordum. Tanrı aşkına katil olduğu için insan nasıl özür dileyebilir ki? Bir dakika insan mı? Bazen artık bir canavar olduğumu unutuyordum. Suho abiyle göz göze geldik.
"Üzgünüm." dedim.
"Eğer o ölseydi üzgün olman gerekebilirdi. Şimdi sadece bana yardım et." dedi. O gerçekten iyi biriydi. İnsan olmayı ve insan gibi yaşamayı da herkesten çok hak ediyordu. Tao gibi bir kardeşle cezalandırılacak ne yapmış olabilir ki?
Tao'yu yatağa götürdük ve kendine gelmesini bekledik. Anlam veremediğim saçma özelliklerimiz vardı. O kadar güçlüydük ama ufacık bir bıçak bizi yere mi seriyordu? Ne saçma bir virüs bu böyle. Aklımı kaçırmak üzereydim. Suho abi içeri gittiğinde Tao kıpırdandı. Yalnızken uyanmasından korkuyordum. Ama bana daha fazla ne yapabilirdi ki. Bana saldırmasını hatta beni öldürmesini istiyordum. Hayata beni bağlayan en değerli sebebim Jong In'di. Ama Tao bunu elimden almıştı. O yüzden sadece onu kışkırtıp beni öldürmesine sebep olmak istiyordum.
Gözlerini açtığı anda göz göze gelmiştik. Bana çok tuhaf bakıyordu.
"Benden gerçekten nefret ediyorsun." dedi. Sesi kısık çıkıyordu. Zor konuştuğunu anlayabiliyordum. Öylece durmuş yüzüne bakıyordum. Hafif bir tebessüm etti.
"Seni gerçek bir canavara dönüştürmüşüm." dedi. Gözlerim dolmuştu. Ben dediği gibi gerçek bir canavardım artık.
Her ne olursa olsun ben kimseye zarar veremezdim. Ama kendimi kaybettiğimde Tao'yu bıçaklamıştım. Hem de defalarca kez..
"Beni öldürmelisin. Yoksa bir dahaki sefere yarım bırakmayacağım." dedim.
"Uyan diye bağırırken de böyle mi düşünüyordun Sehun? Sen beni öldüremezsin."
Daha sonra ardı arkası kesilmeyen öksürüklere boğuldu. Suho abinin getirdiği suyu başını kaldırarak içirdim. Bana kötülük yapan adama iyileşmesi için bakıyordum. Üstelik yarım saat önce onu öldürmeye çalışmıştım. Gerçekten hayatım tamamen bombok bir hal almıştı.
Uyan diye bağırdığımı nasıl duymuştu? Gerçekten tuhaf..
Tao saatlerce yattı. Gece uyumak için diğer odaya gittim. Tam dalacaktım ki kapı açıldı. Beni öldürmesini istesem de Tao'dan korkuyordum. En çok da bana dokunmasından korkuyordum.
Odaya girip kapıyı kapattı. Sadece dışarıdan sızan ışık vardı. İyice yaklaşıp yatağa oturdu. Yattığım yerde doğrulup duvara yaslanmıştım.
"Benden korkuyor musun?" diye sordu.
"Sadece iğreniyorum." dedim.
"Hadi ama Sehun tüm bunlar Jong In'in suçu." dedi
"Sen aşağılık bir pisliksin Tao! Seni öldürmeliydim." dedim sert bir sesle.
"Sen gerçekten de cesursun." diyerek güldü.
"Senden nefret ediyorum!" diye bağırdım. Sesim bağırsam da titrek çıkıyordu.
"Abimi uyandırmamalısın." diyerek ağzımı kapadı. Hemen ellerini ittim.
"Bana dokunma Tao!" dedim. Sessiz konuşuyordum ama içimdeki çığlıkları duyduğunu biliyordum.
"Uslu durduğun sürece sana dokunmayacağım Sehun. Ama eğer dün yaptığın şeyi temizlemezsen bunu Jong In'in önünde bile yapmak zorunda kalabilirim." dedi.
Neyse ki beni rahat bırakıp odadan çıkmıştı. O gece sabaha kadar ağladım. Belki de olacaklar için ağlıyordum. Ama kendimi bir saniye bile olsun durduramadım. Sanki zehirli bir odaya kapatılmıştım da tüm gözeneklerimden kanlar fışkırıyordu. Her hücrem yanıyordu. Ölebilecek kadar bile güçlü değildim... Evet belki ben değildim ama Jong In güçlüydü... Ölümün karşısında bile duracak kadar cesurdu..
Tao ertesi sabah tamamen eski haline dönmüştü. Dediği gibi yaptığım şeyi düzeltmem gerekiyordu. Her şeyin bir oyun olduğunu gösterip mutluluk rolü oynayacaktım. Jong In'e bunu yapıyor olmak bile kendimi öldürme isteğimi zirveye çıkarıyordu.
Okula gittiğimizde tuhaf bir sessizlik vardı. Belki de ben öyle hissediyordum. Bir tek çırpınan kalbimin çığlıkları vardı. Binaya doğru yürürken Jong In'in yanında gördüğüm çocuğun bize doğru yürüdüğünü fark ettim. Gözüm onu arıyordu ama yoktu.
Yanımıza geldiğinde gözlerini gözlerime dikti. Bana iğrenerek bakıyordu. Bakışlarındaki nefret iliklerime işlemişti.
"Ona ne yaptın!" diye bağırdı. Ne demek istediğini anlamamıştım bile.
Tao kolumdan tutup beni arkasına almaya çalıştı. Ama onu durdurdum. Çocuk tekrar bağırdı.
"Ona ne yaptın!"
Hiç bir şey diyemiyordum. Öylece gözlerine baktım. Kalbimde bir sızı hissettim. Tam arkasını dönüp gidecekken kısık çıkan sesimle sordum.
"Jong In'e bir şey mi oldu?"
Verdiği cevapla tükenmiştim.
"O.. O intihar etti!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dönüşüm ✓
FanficSeKai hikayesidir.. Sonlara doğru KrAy ve sürpriz çiftler olacaktır.. ** Vampire dönüşme, adını uydurduğum bir virüs sebebiyle gerçekleşiyor. Dönüşüm sebepleri Blood dramasına benzetilebilir. Fakat her şeyiyle tamamen bana ait ve dramadan tamamen fa...