Sekiz kişilik masada ayık sayılacak sadece bir kişi vardı. Yakalanmaktan korktuğu için içmek istemeyen Jeongin bile bira şişelerinin arasına kafasını koymuş kendi kendine şarkı mırıldanarak sallanıyordu. Çocuklar etmese de Jisung ve Changbin sahnede herkesin şikayet etmesini umursamadan şarkı söylüyor, Chan nedenini bilmeden üzgün bir şekilde içmeye devam ediyor, Minho ve Seungmin'se gelene geçene duyulduğunu fark etmeden laf atıyorlardı.
Hyunjin bünyesinin sağlam olduğunu biliyordu, kesmeden ama iradesini kaybetmeden içiyordu bu yüzden. Aynı zamanda sarhoş Felix'in yerinde duramadan, minik civcivler gibi bir oraya bir buraya dönerek anlattığı şeyleri de hatırlamak istiyordu. Yüzüne çakırkeyifliğin verdiği rahatlık, kalp ritmini bozan çocuğa duyduğu sevgiden yeşeren gülümseme ile birleşmiş, metrelerce uzaktan fark edilebilecek bir hayranlık duygusuyla dinliyordu. Barın loş ışıkları altında kahve tutamları parlıyor, kirpiklerinin yüzüne düşürdüğü gölge gözlerindeki hırçın ışıltıyı alt edemiyordu. Öyle güzeldi ki.
Hyunjin'in kriteri hiçbir zaman "yakışıklı olması" olmamıştı. Yakışıklılık basitti, zamanın güzellik standartlarına uyan yanaklar, çatılı kaşlar, belki temiz bir yüz. Herkes yakışıklı olabilirdi. Ama herkes güzel olamazdı ona göre. Güzellik en başta insanın kalbinden parmak uçlarına uzanırdı, gözlerinden dudaklarına akardı. Ne biraz kilo almak, ne renkli bir makyaj ne de bunalım sonucu oluşan mor halkalar kalbi çirkin yapamazdı, o yüzden güzel insan hep güzel kalırdı.
Hyunjin Felix'i ne bunalımda ne biraz daha kilolu görmüştü, ama gözleri... Çilleri... bunların her şeyden bağımsız olarak güzel olduğunu görüyordu. Biliyordu o yüzden, Felix güzeldi. Felix çok güzeldi.
"Hyunjinn." Felix gülümseyerek parmağını Hyunjin'in kolunda gezdirdi, kıkırdarken yarısında ikinci parmağını da koluna koyup iki parmağını bacak gibi yürüttü.
"Efendim." Hyunjin hareketlerini izliyor, gülüşüyle kendi de gülüyordu. Dayanamadı, Felix yüzünü masaya koyduğu koluna yaslamıştı, daha yakın olmak için o da aynı şekilde kolunu masaya, başını da koluna yasladı. "Efendim bebek."
"Bebek değilim ben hep bana ben bebekmişim gibi bakıyorsunn!"
"Bebekleri severim ben ama, çok güzeller, çok saflar."
"Hmm." Felix başını kaldırıp bir süre etrafa bakınarak düşündü. Başındaki keskin ağrıyla kaşları çatılsa da alnını ovuşturup geri başını masaya koydu. "Tamam o zaman, ben de bebek olayım senin için."
"Tamam o zaman bebeğim ol, bebeğim Felix."
Felix'in yanakları kızardı, utangaç bir şekilde gülümsedi. Gözleri önüne sis perdesi inmiş gibi bulanık görüyordu, ama Hyunjin'in gülümsemesine odaklanabilecek kadar iyi durumdaydı. Gözlerini Hyunjin'in gözlerine çıkarıp iç çekti.
"Hyunjinn, sen sanatı seviyorsun değil mi?"
Hyunjin başını salladı.
"Neden seviyorsun biliyor musun?"
Hyunjin meraklanmıştı, tek kaşını kaldırdı. "Neden?"
Felix merakına aldırmadan gülümsemesini genişletti, kolundaki parmakları çekip elini elinin üstüne kaydırdı ve bir yandan okşarken bir yandan işaret parmağına taktığı yüzüğüyle oynadı.
"Çünkü sen sanatsın."
Hyunjin'in gülümsemesi yavaş yavaş silindi. Gülümsemeyecek kadar heyecanlanmıştı. Nefesi kocaman kocaman kayalar olmuş, bir bir boğazına atılmış, zorluyordu sanki.
"Neden böyle düşündün."
"E çünkü sen güzelsin. Sanat güzeldir. Gözlerin güzel, saçların, dudakların da... bir de ellerin." Felix elinin altındaki eli havaya kaldırıp ellerini ölçtü. "Ellerin çok güzel."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
rain / hyunlix
FanfictionFelix, yağmurun altında ağlarken Hyunjin resmini bırakmış pencereden onu izliyordu.