Sıradan bir Aralık günü bütün gecemi çalışarak geçirmiş, ayaklarımın ağrısını beynimin derinliklerine kadar hisseder haldeydim. İşim uçaklarla ve insanlarla olduğu için hayli yorucuydu ve benim her gün gibi üzerimde yine dehşet bir yorgunluk vardı. Elimden gelen en hızlı şekilde uçağı terk edip, körüğün nemli halı kokusunu çeke çeke ilerlemeye başladım. Körükteki halının rengi yeşil olmasına rağmen hiç canlı bir renk gibi gelmedi bana. Hızlı adımlarla otomatik cam kapıdan geçtim ve ayakkabılarımın çıkardığı uyuz gıcırdama sesiyle parlak gri mermer zeminde ilerlemeye başladım. Tavrım sanki başkası yokmuş gibi gözlerimle yerdeki siyah şeritleri izleyerek pasaport kontrol noktasına ilerliyordum. Sağımda solumda transit kontuarları vardı, yeni uçuşlarını yakalamak için telaşla koşturan kimi dertli kimi mutlu, kimisi de hayatın akışına uyum sağlamaya çalışan insanlarla dolu bir kalabalık benimle birlikte ilerliyordu. Pasaport kontuarlarından kabin ekipleri için ayrılmış olanına nihayet ulaşabildim. Her zaman ki gibi işinin ciddiyetinden midir, nedir bilinmez, suratında gülümseme dahi olmayan – bana kalırsa suratsız – pasaport memuruna landing kartımı uzatarak işlemimi yapmasını bekledim. Sağımda bir çok milletten insan polis noktalarının önünde sıra oluşturmuş, işlemlerini halletmeye çalışıyorlardı. Bana kalırsa herkesin olan bu dünyada bir yerden bir yere gitmek bu kadar yorucu olmamalıydı. Kartımı geri alıp valizimi çeke çeke yürümeye devam ettim. Aklımda saatlerdir sigara içmediğimin fikri vardı ve yoksunluk bütün bedenimi ele geçirmişti. Hızlı adımlarla dış hatların çıkış kapısına yürümeye başladım. Bagaj bantlarını ve solumdaki duty free karmaşasını geçip film kaplı kapıya yürümeye başladım. Gözüm o sırada oldukça yakışıklı gümrük görevlisine takıldı. Böyle hoş bir insanın burada bu işi yapmasını garipsedim. Anlık bir düşünceyle anladım ki hayat herkese eşit davranmıyor ve istediği yere getiremiyor olmalı. Bizler bu dünyada eşit olma savaşı verirken bizi buraya gönderdiğine inandığımız tanrının bize pek eşit davranmadığı apaçık ortada. Tabi ki bunun sebebi gümrükçü yakışıklı değil, haberleri bile izlemeniz yeterli bunun için.
Bilincim neredeyse yarı kapalı şekilde sürgü kapıya doğru ilerlemeye devam ettim. Kapıdan geçtim ve yolcularını bekleyen onlarca insanın önünden podyumda yürürmüş gibi onların demir barikata dayanarak içeride bekledikleri kişiyi görme çabalarını izledim. Azıcık hava atmaya hakkın vardı, nihayetinde kabin memuruydum ve kabin memuru olmanın bana verdiği yetkiyle ego yapabiliyordum. Sağımda kalan ATM'leri, kozmetik marketini ve araba kiralama ofislerini geride bırakarak personel çıkışına doğru ilerlemeye devam ettim.
Bazen hayatın insanlara ne getireceği belli olmaz derler. Kısa yolu seçmektense sırf rahat rahat sigara içebilmek için gittiğim personel çıkışı ve dışarıya açılan kapısının kaderimi değiştirecek kapı olacağının farkında değildim. Büyük kırılmalar ve şaşkınlıkların anlamını bir kapıya yüklemek ne kadar doğru bilemem ama öyle olacaktı. Acil çıkış kapısına benzeyen cam kapıyı iterek dışarı çıktım. Kapıdan çıkıp hemen sağ tarafımda duran umumi kül tablasına yöneldim. Elimi çantama atıp kare şeklindeki lacivert uçuş çantamın ön güzündeki karışıklıkta sigaramı aramaya başladım. Anahtarlar, pasaport, sakız paketi vs. derken sigara paketimi yere düşürdüm. Oflayıp puflayarak eğilmek üzereydim ki tanımadığım bir adamın bütün kibarlığıyla sigaramı alıp bana uzattığını fark ettim. İlk dikkatimi çeken şey gözleri oldu. Her biri birbirinden daha kahve duran ve yakamoz gibi parlayan iki çift göz bana bakıyor, ve bir şeyler söylüyordu. Ne yaşanıyordu o an algılayamadım bile tam olarak.
+Buyur.
—Anlayamadım. Neyi anlamam gerekiyor ki, herif sigaramı uzatıyor işte.
+Sigaran, düşürdün.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zakkum
General FictionÖZETİ BU… Kaleme alınmaya geç kalmış bir hikayenin hayat bulmasıyla başladı her şey benim için. Size aklınıza hiç gelmeyen, hiç tanımadığınız ve belki de hayatınızda ilk defa karşılaşacağınız, iki farklı karakterin ilişkilerindeki çelişkiyi anlatmak...