Cancanlar, oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın. Yorumlarınızı çok, ama çok merak ediyorum. İyi okumalar...
Yağız'ın Güncesinden
Ne kadar da garip. İnsan gözlerinin önünde değer verdiği birinin acı çektiğini görünce aynı ölçüde acı çekiyor. Onun üzüldüğünü görsün, içi burkuluyor. Ağladığına, göz yaşlarının yavaş yavaş yanağından süzüldüğüne şahit olsun, bütün dünyayı ateşe vermek istiyor. O an sadece aklında o kişi ve onun iyiliği oluyor. Endişe, korku ve telaş bütün vücudunu kaplıyor.
İçeri gireli birkaç saniye bile olmamıştı ki, gelen aramayla donuklaştı. Siyah saçları yüzüne bir perde olmuş, gözlerini görmemi engelliyordu. Telefonu tutan eli titriyordu. Bacakları da. Herkes sessizliğe bürünmüş ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Bir tek İra'nın nefes alışverişleri duyuluyordu. Göğsü hızla iniyor ve kalkıyordu. Zorlukla nefes alıyor gibi gözüküyordu.
Telefonu kulağından indirdi, elinin titremesi geçmemiş hatta daha da şiddetlenmişti. Neler olduğunu sormak için biraz daha yaklaştım, ama beni durmuyordu bile. Hemen yanındaki sandalyeye oturup soluklandı. Kendine gelmesini sağlamak ve destek olmak için ona doğru uzandım. Fakat aniden kalktı ve tek bir kelime dahi etmeden kapıdan dışarıya çıktı.
"Ne oluyor ya?" diye sordu Efe arkamdan.
"Birazdan anlayacağız." diyerek İra'nın arkasından koştum. Arda da direkt, hiç düşünmeden beni takip etmişti. "Bize de haber verin hemen!" diye bağırdı Efe arkadan.
İra çoktan ormana girmişti. Yılların koşucusu Emir ile yarışacak cinstendi. Ona yetişmek için büyük bir çaba sarf etmemiz gerekiyordu. Birkaç kere seslenmemize rağmen arkasını dönmemişti. Hava birden karamış ve sağanak yağmur yağmaya başlamıştı.
"İra! Bekle!" diye seslendim. Adımlarımı hızlandırdım ve onun önüne çıkabilmek için hamle yaptım. Gözleri kızarmış, hiç durmadan yaşlar boşalıyordu. Beni atlatıp geçmeye çalıştı, ama izin vermedim. Kollarından tutup sarstım. "İra, lütfen. Bir şeyler söyle. Ne oldu?" dedim. O sırada Arda da arkadan gelmişti. "İra, ne oldu? Bak, endişelendiriyorsun?" diye tekrarladı.
Bizim varlığımızı ancak onu kollarından tutup ilerlemesini engellediğimde fark etmişti. Kendine geldiğinde ellerimi gevşettim.
Ağlayışı şiddetlendi ve kafasını sallamaya başladı. Krize girmiş gibiydi. "Bilge!" diye fısıldadı. Birkaç kere daha söyledi Bilge'nin ismini. Anlaşılan çok sevdiği arkadaşının başına bir şey gelmişi.
"Hey, hey. Sakin ol." sesimi olabildiğince şevkatli ve alçak tutmaya çalıştım. Şu an karşımda kırılgan bir serçe varmış gibi hissediyordum, ama tabi ki karşımda olan hiçbir zaman kırılgan bir serçeye benzetilemezdi. O bir kartal veya şahindi. Şu an kanadı kırılmıştı.
"Bil, Bil-ge, Bilge... hastaneye kaldırılmış. Bilge'ye bir şey ol-ur-sa ben ya-şa-yamam." kekeleyerek ve arada yutkunarak konuşuyordu.
Arda'ya bir bakış attım. Ardından tekrardan İra'ya döndüm. "Tamam, sorun yok. Sorun yok. Şimdi Bilge'nin yanına gideceğiz ve gayet sağlıklı olduğunu göreceğiz. Tamam mı?" dedim. Sonrasında ekledim "Eminim önemli bir durum değildir."
Hafifçe kafasını salladı. Hızlıca Siyah Konak'tan çıktık ve Savaş'ın garajından bir arabayı alıp hastaneye geçtik. Yolda giderken İra biraz daha kendine gelmiş ve Bilge'nin abisi Özgür'e arama yapmıştı. O ağladıkça ben de kötü oluyordum. Bir daha hiçbir zaman onu bu halde görmemeyi diledim. Hep gülmesini, onu güldürmeyi diledim. Hayatında olabildiğince zorluklar çekmişti ve hala çekmeye devam ediyordu. Gülmek ve mutlu olmak onun en büyük hakkıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Taç Varisi
FantasíaArkada köşede ayakta duran çocuk da pür dikkat benim ne diyeceğimi bekliyordu. Sessizlik uzun sürmüş olacak ki Yağız hafifçe kaşlarını kaldırarak "Bu kadar bilgiye şaşırdın galiba? dedi ve ekledi "Seni sandığında da fazla araştırdık ve sandığından d...