Ufak Bir Kaçamak

48 8 59
                                    

İlk üç bölüme kıyasla uzun bir bölüm olduu. Yazarken aşırı gaza gelerek yazdım. Umarım beğenirsiniz. Benim çok içime sindi çünkü. İyi okumalarr. Ve lütfen oy verir misiniz???? 🧸🧸

KEMAL ÖZKAN

“Ya havle, Yakup daha kaç defa söyleyeceğim. Ne anlamaz adamsın ya.” Yakup susmayı becerebilseydi eğer yarım kalan kitabıma dönecektim. Fakat bir türlü susmuyor ve durmadan Hayat’ın bana o gece yaptıklarından bahsediyordu. Bunların olacağını bildiğim için anlatmamakta ısrarcı davranmıştım ama yine bir şekilde konuşmuştum. “Oğlum kız bildiğin yediğin yemeği suratına fırlatmış.” dedi Yakup en az yüz kırkıncı defa. Derin bir iç çekip onu duymazdan gelmenin en iyisi olduğuna karar verdim. Bu sefer de konuşmakla kalmamış, konuşurken beni dürtmeye başlamıştı. “Ya küçük çocuk gibi dürtmesene! Bak döveceğim ha.” Suratıma bomboş bir ifadeyle baktığında “Amma sızlandın sende. Alt tarafı bir şey anlatacaksın.”

“Beyler tartışmayı kesin. Şuan konumuz Hayat’ın Kemal’e olan davranışları değil, Ankara’ya gelmiyor oluşu. Nasıl ikna edeceğiz kızı?” Evet, Tuna haklıydı. Hayat dün Duru ve Nida ablaya gereğinden de fazla çıkışmıştı. “Edemeyeceğiz.” dedim. Gerçekten ikna edilebilecek bir tarafı yoktu inadının. İnadı inattı. “Sağ ol, Kemal ya. Ne kadar iyi moral oldun bize.” Sanki tavırlarını bir tek ben görmüştüm. Kız gelmeyeceğim diye ortalığı havaya kaldırdı bunlar hala nasıl ikna edeceğiz diyorlar.

“Sanki yalan. Dün duymadın mı neler dediğini gelmeyeceğim diyor işte kız. Bence pes edelim.” Hayatımda duyduğum en zekice fikirler benden çıkıyordu. Övünmek gibi olmasın sevgili okur fakat ben çok zekiyim.

“Ne pes etmesinden bahsediyorsun? O kadar bulduk, geldik kızın yanına. Pes mi edeceksin?”

“Ben değil, biz pes edeceğiz.”
                                                                                                                       6 SAAT SONRA

HAYAT DURSUN

Buna inanamıyorum. Her şeyi geride bırakıp gidiyorum. En kötüsü de bunu kendi isteğimle değil zorla yapıyorum.

Arabaya bindiğimizden beri tek kelime etmemiştim. Bunun sebebi isteksizliğimden çok Nida abla, Hakan abi ve Duru ile değil; Tuna, Kemal ve Yakup ile aynı arabada olmamdı. Önümüzde Hakan abiler, onların önünde de eşyalarımızın olduğu kocaman bir tır vardı.

Ankara’ya gidiyorduk!

“Hayat, az konuş bak çok sıkıldım.”

İşin diğer kötü tarafı Tuna ve Kemal önde otururken Yakup’un yanımda oturuyor olmasıydı. Durmadan konuşmak istemesi her an kapıyı açıp kendimi otoyla atmama sebep olabilirdi. Hem onlardan kurtulurdum hem de koşarak evimize geri dönerdim. Daha yola çıkalı iki saat kadar olduğundan şehirden çıkamamıştık ve taksiyi her yerde bulabilirdim.

Yakup konuşmamı tekrar söylediğin de ona baktım. Bu bakış sadece bakmak değildi. Bu bakışımın arkasında öfke, nefret ve kin vardı. Bu bakışıma alışsa iyi olacaktı çünkü bunlara daha çok maruz kalacaktı.

Tuna’nın dikiz aynasından bana baktığını gördüğümde gözlerimi tekrardan cama sabitledim. “Anlaşıldı, sen konuşmayacaksın. Eh ne yapalım biz de sıkıldık. O zaman bir şarkı açalım sana da, azıcık gül.” Tuna sözünü bitirdiğinde eli arabanın içindeki ekrana gitti. “Yok papatya.” Bu espri kadar kötüsünü görmedim! Allah seni bildiğin gibi yapsın Yakup. diyen iç sesim o kadar haklıydı ki.

Kimse Yakup’un bu iğrenç esprisine aldırış etmemişti. Camdan dışarıyı izlemeye devam ederken arabanın içine yayılan ses kulaklarımı doldurdu. Sezen Aksu’nun Haydi gel benimle ol şarkısı çalıyordu.

Sanaldan ÇalınanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin