Rapsodi İstanbul

20 3 0
                                    

Gene bir sonbahar gününe uyandı Changbin. Bu kasabaya da bir sonbahar günü gelmişti. Kaçıncı yılıydı? Saymayı bırakalı çok olmuştu. Kimse umursamazdı böyle şeyleri burada zaten.

Yıllar, mevsimler, saatler, dakikalar... Hepsi birer birer geçerdi ama kimse durup bir kere bile bunu umursamamıştı.

Kimse saat kaç diye sormazdı, saatin bir önemi yoktu çünkü. Güneş doğduysa sabah olmuştur, battıysa akşam. Bu kadarı yeterli.

Peki bugün günlerden ne? Kimin umurunda! Bir gün işte, ne fark eder ki? Hepsi aynı değil mi zaten? Adını bilsen ne olur?

Peki ya mevsimlerden? Çok basit, yapraklar sarardıysa sonbahar, kar yağıyorsa kış, çiçekler açtıysa ilkbahar, Ah tabi yaz da var, deniz girilebilecek haldeyse yaz gelmiştir.

Doğru muydu bu? Çoğu normal insana göre hayır, sonuçta yaşadığımız bu dünyada her şey bu kadar basit değil.

Mesela bir sonbahar sabahı yağmur bulutlarından dolayı güneş kapanmış olabilir, bu sabah olmadığı anlamına gelmez ki! Ya da o yıl kışın kar yağmadıysa, kış olmadı demek mi? Peki ya hafta sonuysa, tatil yok mu? Tatil demişken okul, iş?

Bunu dile getirirseniz size deli gibi bakabilirler, bu hataya düşmüştü bir kere Changbin ilk geldiği zaman. Nerden bilebilirdi ki böyle olduğunu? Kafası çok karışmıştı. Şansına onu bu kafa karışıklığından biri kurtarmıştı.

Buraya ilk geldiği gün cebinde çok az parası vardı Changbin'in. Bir simit alabiliyordu ancak ve o da almaya karar vermişti. Açtı çünkü, çok fazla açtı. Yabancıydı bu yerde ve ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Ama artık geri de dönemezdi, geri dönebileceği bir yeri yoktu çünkü. Dönmek de istemiyordu zaten.

İlk gördüğü yemek barındıran yere girmişti, bir pastaneydi burası, bu kasaba gibi küçük bir şeydi. İçerisinde üç beş insan vardı ama sanki kasabanın en ünlü yeri orasıymış gibiydi (gerçi buranın nüfusu göz önünde bulundurulursa elbette bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar az insan bulunduran bir yer bile önemli bir yer sınıfına girebilir). Tezgâha ilerlemişti ve tezgâhta duran sarışın çocukla göz göze geldikten sonra cebinden parasını çıkarmış ve tezgâha koymuştu.

"Bütün param bu. Ne alabilirim?"

Sarışın çocuk gülmüştü bu tanımadığı garip adamın (yeni olmalı diye içinden geçirmişti, çünkü o bu kasabadaki herkesi tanırdı!) dediklerine. Onun pastanesinde paranın önemi yoktu ki!

"Boş ver paran sende kalsın. Ne yemek istersin?"

"Para almayacak mısın?"

"Yo, ama eğer kendini iyi hissettirecekse yediğin şeyden biraz da bana verirsin ve ödeşmiş oluruz!"

Bunu deyip gözleri kısılacak şekilde gülümsemişti sarışın çocuk. Changbin ne diyeceğini bilemediği için hafifçe ve yaşadığı mahcubiyetten dolayı olacak kızaran kulaklarından birini ovuşturarak pastanedeki şeylere bakmaya başlamıştı. Bir sürü güzel görünümlü şey vardı; pastalar, börekler, poğaçalar... O kadar kararsızdı ki bıraksalar saatlerce seçmeye çalışırdı. Bu nedenle başından beri aklından geçirdiği simitten almaya karar vermişti. Hem basit hem ucuz hem de tadını bildiği bir şey.

Sarışın çocuk onu onaylar bir şekilde gülümsemiş ve bir yere oturmasını, kendisinin de birazdan geleceğini söylemişti.

Oturduğunda simidi bir tabağa koyan ve o istememiş olsa bile demlenen çayı bardaklara dolduran sarışın çocuğu daha detaylı inceleme fırsatı olmuştu.

Rahatsız Vals/ChanglixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin