-8-

1.2K 315 47
                                    


Cinayeti çözmek mi Habibe'yi huzurlu bir yaşamın kollarına bırakmak mı diye sorsalar? Kimsenin Afşar'a sorduğu yoktu ancak o yine de zihninde cevaplar arar, bulurdu. Çünkü her şeyden önemliydi kendini anlaması. Kendini anlamanın zorluğundan bahsedip durmayacaktı, zordu velakin ancak bir anlasa yaşamın şifresini çözecekti. Güvenlik çemberi en güçlü şifreydi zira kendisi. Kırana altın madalya verseler daha fazla mutlu etmezdi. Ödüle lüzum yoktu, yaşamın şifresini çözmenin kendisi tek başına armağandı. Yine de cevabı bulmuştu. Habibe, mutlu olsun, özgürlüğü bilsin, isteklerini duysun, her şey bir kenara kendisi olsun diyordu. Sonra da isterse onun kollarına bırakırdı kendisini. Yaşamın kollarından daha huzurlu gelebilirdi. Aşkın gücüne de inanıyorsa hele... Sahi aşkın gücüne kendisi inanıyor muydu?

Aşk neydi ki? Kavuşunca geçen şey değil miydi? Geçip giden şey...

Habibe'nin amcası, Abdulkadir Doğan'dan daha farklı bir adam gibi görünmemişti gözüne Afşar'ın. Adamı masasında ağırladı. Ona çay ikram etti.

"Tanır mıydınız Zübeyde'yi?" diye sordu doğrudan. Amca İsmail, tanıyordu Zübeyde'yi. Abisinin sahip çıktığı, kol kanat gerdiği bir kızcağızdı. Yengesinin de manevi kardeşiydi. İsmail birkaç kez ancak görmüştü kadını ama tekin biri olmadığını o kadarla bile anlamıştı. Gözü dışarıda idi Zübeyde'nin. Ahlaklı ve namuslu bir kadın da değildi. Ailesine karşı gelmeye baştan razı, dünya mutluluğunu ön planda tutan insanlardandı. Afşar ne temiz tartışırdı bu adamla da şimdi susuyordu, mevzuyu dağıtmamak lazımdı.

"Ben senden resmi olarak şahitlik yapmanı istiyorum İsmail Bey. Abdulkadir Doğan'ı tanır mısın?" İsmail'i sessizleştirdi bu soru. "Tanır mısın tanımaz mısın?"

"Tanırım. Ağabeyimin eski ahbabıdır."

"Nereden ahbaplar?"

"Aynı sohbet grubundalardı. Birlikte hayır işi yapıyorlardı."

"Bir ev varmış. Bu evde senin yengen ile Zübeyde aynı vakitlerde kalmış. Zübeyde getirildiğinde çok ufakmış, yengen de kol kanaat germiş. Zaten oradan ötürüymüş manevi tanışıklıkları."

"Yengem mi anlattı bunları?"

"Onların ifadesine de başvurduk ancak bilgiyi onlardan almadım. Açıkçası yalnız yaşayan iki kadını da bulaştırmak istemiyorum emniyet işlerine. Sen de onları himaye eden kişisin, ailenin erkeği artık sensin."

Oğlum Afşar, nasıl da bilirsin bu ayakları? Himaye falan... Nabza göre şerbet. Sanki köpek sahiplendirdin bu herif de taktı tasmasını gibi laflar, sözler. Köprüyü geçene kadar ayıya dayı, dayıya da ağaoğlu denebilirdi. Yeter ki insan politik olmayı başarabilsin. Afşar gibi burnunun dikine dikine gitmesin. Sabredebilirdi. Habibe'ciğinin hatırına.

"Ben Zübeyde'yi onların öldürdüğünü düşünüyorum." İsmail'in kaşları çatıldı. "İmkânsız olmadığını biliyorsun. Zübeyde namussuzluk yaptı. Zina günahına girdi. Kocası bile boşa çıkardı onu. Cemaat mi tarikat mı her ne ise bu aile de onun ölümüne karar verdi. İpini çekti. Yanlış mıyım?"

"Bunları ben bilemem memur bey."

"Bu konuda ifadeni istemiyorum. Bu aileden haberdar olduğunu, Zübeyde'yi bu ailenin yetiştirdiğini bildiğini söylemen yeterli. Bir de söylediklerinin altına imza atman."

Düşünceli kaldı İsmail. Afşar, bu adamların en büyük yaralarının erkeklikleri olduğunu biliyordu. Erkekliğe de birkaç kalıplaşmış sıfatlarla kalkan giydirdiklerini. "Korkuyor musun yoksa İsmail Bey?"

"Ne demeye..." diye horozlandı adam. Yanılmamıştı Afşar. "Korkacak ne var? Bu kadarı ne işinize yarayacak sizin şimdi?"

"Arama emri, gözaltı kararları gibi konularda yardımı olacak. Cinayet silahı ortada yok. Üstelik tecavüz var ortada. Adli Tıp sonuçları çıktı. Belki de Abdulkadir ile uyuşacak."

Sana Kendimi AnlatsamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin