Kağıttan evler yapardım. Bu evlerin mobilyaları da kağıttan olurdu ve süslü püslü parşomenlerin yanından dahi geçmezdi gazetelerimin siyah beyazlığı. Dışarıdan oldukça sıradan görünürlerdi. Kimisi yırtık olurdu, kimisinin üzerinde cumhurbaşkanının sitemleri, bir şarkıcının uğradığı dehşet dolu anlar veyahut bir hırsızın faillerine yaşattığı kabusları...yani, anlayacağınız yalnızca kağıt değildi. Her birinde farklı farklı ağıt vardı.
"Ah, Jeongguk, bir gün sahiden delirteceksin beni şu kağıtların yüzünden!"
Annemin sitem dolu sesleri ise benim evlerimin içerisindeki tek gürültüydü. Çoğunlukla azar dolu olsa da, arada bana anlattığı türlü hikâyeler yegâne ısıtıcımın sebebiydi.
Tâbi, sarı saçlı esmer oğlanımı es geçmezsek.
Adı Kim Taehyung, yaşı 25. Beraber büyüdüğümüz mahallenin, racon kesen tayfasında, büyük bir entelektüel yapıt gibi dikilirdi heybeti. Vazgeçemezdi lüle dalgalarından, ekoseli gömlekleri ve kumaş pantolonlarından. Ayağında uzun burunlu ayakkabıları, bir elinde gece gündüz demeden taşıdığı çantasıyla beraber, sabahın 7:30 civarında ve akşamın 18.30 karanlığında daima evimin penceresinden görünürdü. Benim her sabah pencere kenarında dikiliyor olmamı garipsemez, bilakis, "Haylaz." der ve lüleleri o yana bu yana sallanırken dünyanın en güzel gülümsemesini bahşederdi. Ne abartısı vardı ne yalanı bu güzellemenin, sahiden de öyleydi ve evet, benim evimi ısıtan yegâne sebeplerden biriydi kendisi.
Gözlerime saate takıldı, fark ettim süremin daraldığını, bir çırpıda kalktım yerimden. Ayna karşısına geçip, saçlarımı düzeltmiş, gömleğim üzerine giydiğim süveteri çıkarmış ve güya havalı olacağını zannettiğim bir tutumla ilk üç düğmemi açmıştım. Aceleci tutumum, uzun saçlarımı geriye atana değin sürmüştü. Bu sırada annemin, "Sakın o yerdekileri toplamadan kalkma." demeleri kulağımın yanından bir sinek vızıltısı gibi geçiyorken, omuz silkmekten başka bir şey yapmamış ve saatin tam 18:30 olduğunu gördüğüm an pencere kenarındaki yerime geçmiştim.
Dakikası dakikasına tam önümde duran otobüse, gülümsemeden edememiş, heyecanla beklemiştim dışarı çıkmasını. Çok sürmedi, elini hafifçe kaldırıp şoföre selam verdiği gibi giden otobüsle, başını kaldırıp bana bakması eş zamanlı gerçekleşti. 'Sen iflah olmayacaksın' diyen bakışlarıyla beraber daha büyük gülümsedim.
"Hiç pes etmez misin sen?"
'Cık'lıyorum ona. Dilimi damağıma vurmamla beraber gülüyor, gülüşüyle kalbimin atışları ağzıma doluşuyor, "Çok boşladınız beni, Bay Kim. Darılacağım sonra, o olacak." derken de o parlak bakışları mevcut hâlâ.
"Biliyorsun," derken, ellerini iki yana açmış ve sahiden yorgun bir tebessüm bahşetmişti bana. Yüreğim burkulmadı değil ama hep ben kırılacak değilim ya?
"Artık çalışıyorum."
"Tatil günlerinde de gezebiliriz."
"Çok yorgun oluyorum," derken, mahcup bir ifade takındı fakat bu benim daha çok üzülmeme sebep olmaktan başka bir şey yapmadı. Başımı eğdiğim gibi, "Ama bu cumartesi istediğin müzeye gidebiliriz." demiş, üzgün suretimi neşeye boğması yalnızca saniyelerini almıştı.
"Sahi mi?"
"Sahi ya," dedi. "Ben biletleri halledeyim bu akşam."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
denizlere yelken ölüm
Fanfiction"Büyük gemiler de yok artık bayım, Büyük yelkenler de. Büyük kağıtlar yakmak istiyor şimdi canım. İşte az önce bir karabatak daldı suya. Bir süredir de kayıp... Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya, Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım." oneshot 04...