-1

65 1 1
                                    

Kollarımdan yavaşça sıyrılarak bana arkasını döndü. Kendini, bedenini ve kısaca tüm benliğini, vücudunda bulunan tüm hücrelere kadar kendinde olan herşeyi kirlenmiş gibi gördüğü, şuan yanında bulunan benden, eskimiş yataktan ve yorganlardan, güneşin vurmuş olduğu ışıkta gözüken toz taneciklerinden, kısaca bulunduğu bu atmosferden hoşnut olmadığı, tiksindiği ve kendini bir nevi kirlenmiş hissettiği belliydi. Ona belki böyle hissettirmek canilikti. İnce beliyle , bedenine göre dik ve kalkık kalçasıyla ve teninin o mayhoş kokusu ile, tüm güzelliği ile fazlaca geniş olmayan yatağın en uç köşesine sığınmıştı. Belki de kaçmak istiyordu. Zamanı geri almak, kendini bana teslim etmeden önce o duraksadığı ve hızlıca karar aldığı o minicik zamana gerip dönüp, bunların hiç yaşanmamış olmasını sağlamak istiyordu.


Yavaşça bana döndü ve irice gözlerini gözlerime dikerek bir an öylece baktı. Gözlerinden gitmemi istediği, ona bir veda öpücüğü bile vermemi istemediği belliydi. Hızlıca kalktım ve boxer'ımı, ardından kot pantolonumu ve sporcu atletimi üstüme geçirdim. Ardından ona bir kez daha bakmadan, o pişman ve ağlamaklı iri gözlere, güzel bedene son bir kez daha bakmadan odadan, evden hızlıca çıktım.


Onunla birlikte olmaktan pişman olduğumu ilk kez o an, güneşin yüzüme sertçe vurduğu ve dünden kalmanın bıraktığı baş ağrısından anladım. Bu baş ağrısı ve havanın sıcaklığı ve birde 40 dakika sonra başlayacak felsefe dersi, günümün çekilmez bir hal alacağının habercisiydi.


Hızla en yakınımdaki metro istasyonunu bularak hızlıca yerin altına inen merdivenlere yöneldim. Dersin başlamasına 35 dakikam, günümün çekilir bir hal almasına ise 4 saat vardı. Yaklaşık 13 dakika sonra gelen metroya hızlıca bindim ve bulduğum boş yere oturdum. Başım ve midemin içinde su aygırları tepiniyor, ve resmen bundan zevk alıyormuş gibi bunu hiç kesmeden yapıyorlardı. Bu his, bana şiddetli migren ağrım olan günleri, ağrıdan çıldırırken, bir yandan da yazmaya çalıştığım hikayeleri anımsattı. Halbu ki yazmak için bu kadar zorlamasaydım, başım ağrımayacaktı. Her isteğin fazlası, kötü durumların habercisiydi.


Telefonumun sesiyle irkildim. Arayan numarayı görünce hoşnutsuzlukla yüzümü buruşturdum. Sonunda istemeyerek de olsa telefonu açtım.


''Delirdin mi sen?'' dedi her zaman takındığı otoriter ses tonu ile.

''Getireceğim.'' dedim

''Ne zaman Atilla? her sözünde bir yalan, bir tutarsızlık var. Beni ne kadar zor duruma soktuğunun farkında mısın? 3 senedir bunu yapmak senin içinde zor olmuyor mu? seni idare etmekten sıkıldım!''


''Begüm..'' dedim yalvarır bir ses tonu ile. ''Biliyorum, çok üzgünüm. Yazmak eskisinden de güç oluyor biliyorsun. Ama söz veriyorum getireceğim. En azından bana..'' tarihin ne olduğunu bilmediğimden telefonun ekranına baktım. ''En azından bana pazartesiye kadar süre ver. O gün bir çoğu elinde olacak.''


Ardından telefonda sessizlik oldu. Begüm her zaman yaptığı gibi, soğuk kanlılık ile telefonu suratıma kapattı. İçimi çekerek kaç durak kalmış olduğuna baktım. 2 durağım kalmıştı ve dersin başlamasına 8 dakika vardı. İner inmez koşarsam yetişebilirdim.


İndiğimde hızlıca kampüse, ardından binaya ve dersliklere doğru koştum. Son anda, ucu ucuna yetişerek arkada bir yere, sessiz ve az kişinin bulunduğu yere geçerek derin bir nefes aldım. Oturduğum an, yoğun baş ağrısı ve mide bulantısı bedenimde, tüm hücrelerimde hissedilir oldu. Acıyla yüzümü buruşturdum.


Hoca derse başladıktan sonra kendimi ona, söylediği bu karmaşık ve telaffuzu zor kelimelere ve onları anlamaya vermeye çalışsam da beynim bu durumu kaldırmıyordu. Şuan haziran ayının dördünde, bu sıcak, nemli İzmir havasında, bu derslikte ve bu eskimiş sırada ölmek, veya yaz tatilinin sonuna kadar uyanmayacağım bir uykuya dalmak istedim. Ardından yaşlı, kilolu ve yoğun, gür bıyıklı felsefe hocasının, kalın ve tiz ses tonu ile kendime geldim.

''Atilla?''

Adımı nasıl bildiğini düşünürken yaşlı adam adımı tekrar, vurgulu bir ses ile tekrar etti.

''Atilla Türkmen?''

''Sadece bir an daldım, kusura bakmayın'' dedim düz bir ses tonu ile. Ama muhtemelen azar yiyecektim.

Hoca hiçte tahmin etmediğim gibi davranarak, tekrardan o karmaşık kelimelerin dünyasına, bu sefer kendinden daha emin bir şekilde devam etti. Ben ise hala bu pek az gördüğüm, yaşlı ve beyaz gür bıyıklı öğretmenin ismimi nasıl bildiğini merak ediyordum. Yaklaşık 1 saat 16 dakika sonra hoca yoğun şekilde öksürüklere boğulurken, dersin bittiğini, gidebileceğimizi söyledi. Muhtemelen gençliğinden beri sigara içiyor, yaşlı bedeni artık sigarayı bırakmasını istediğini, öksürüğün şiddeti ile göstermeye çalışıyordu.


Hızlıca derslikten çıktım ve yurda dönmek için var gücümle metro istasyonuna yürüdüm. Selam veren arkadaşlarımı görmezden gelerek, istasyonun merdivenlerinden indim ve metronun bir an önce gelmesi için içten içe dua ettim. 6 dakikalık bekleyişten sonra kalabalık metro, kapılarını zor bela açtı ve içeride ki kalabalığın dörtte biri kadar insan içeri girdi. Bu çekilmez gün, yaşlı öğretmenin şiddetli öksürüğü ile daha hızlı sona ermiş, ancak şuan içinde bulunduğum kalabalık ve sıcak ile çekilmez haline son sürat devam etmişti.


O yoğun kalabalığın arasından, siyah saçlı, minik, kahküllü bir kızın bana yaklaşmak için yoğun bir çaba gösterdiğini fark ettim. Her insanın yanından geçerken özür diliyor, küçük bedenini mahçup bir şekilde insanlardan uzak tutmaya çalışarak haraket ediyordu. Sonunda nefes nefese kalmış bir halde, derin bir nefes alarak yanımda belirdi.


''Sen...''dedi ses tonunu ayarlamaya çalışarak. ''Sen bir yazarsın, değil mi?''


Bu ufak kızın sorusuna karşılık ne diyeceğimi bilmeksizin sadece iri, siyaha yakın gözlerine bakmakla yetindim.

''Üniversiteye başladığım ilk yıl çok okurdum kitaplarınızı...'' diyerek heyecanla gülümsedi. Ve aynı heyecanla devam etti. ''Ah keşke yanımda olsaydı! ne çok isterdim imzanızı almayı.''


Durağa geldiğimi ve inmem gerektiğini fark ettim. Hızlı bir hamle ile bakışlarımla kızdan özür dilemeye çalıştım ve kapı kapanmadan hızla indim. Hızlı bir adım atacak iken, metronun henüz açık olan kapısından kızın seslenişini duydum.

''Ama o sizsiniz bayım, 'Terkedilmiş Acılar'ı yazan sizsiniz, değil mi ?''


Metronun kapıları kapandı ve ben kapılara, kapılarda bana uzunca bir süre baktıktan sonra bu içimde ki belirsiz hissin yaratmış olduğu nostajik etkiyle kendi kendime ''evet'' dedim. Bu cevap vermesi güç, hatırlaması zor ve bir o kadar da acı verici anıların beynime nüfus etmesini sağlayan, içimdeki acınası hisleri tekrar gün yüzüne taşıyan bir ''evet'' idi...





Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 03, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Bir Kelime SarrafıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin