"Biliyor musun," Bardağı masadan kaldırıp suyu içmeden önce konuştu: "Biriyle tanıştım." Gözleri büyükannesi dışında her yerde geziniyordu.
"Ne zaman?" Bardağı masaya geri bıraktı. Elindeki kitabın sayfalarını kurcalamaya devam etti.
"Seni yoğun bakıma aldıkları gün, kapıda beklerken bana gülümseyen bir çocuk vardı ya. Anlatmıştım çok güzel gülümsedi diye, onunla tanıştım." Konuşurken gülümsemesini gizleyemedi. Korkak gözlerle büyükannesine baktığında onun da gülümsediğini gördü.
"Anlatsana, nasıl biri?" Yutkundu, derin bir nefes aldı. Onu düşününce gelen hissiyatı fark etti. Uzun zamandır hissettiği ama her seferinde şaşırdığı bu şey, bu his çok garipti.
Huzur bir insanın gülüşünde, bir sözünde, bakışında, ruhunda var olan bir şey olabilir miydi? Ev denen şey aslında iki kalbin birlikteliği, mutluluk ise insana tamamen yabancı birinin göğsünde uyumak mıydı?
Bir insan nasıl ruhumun nefesi olabilir diye düşündü. Hayatını benden habersiz geçiren biri nasıl benim en yakınım, her şeyim olur? Peki ben nasıl bütün hayatımı ondan habersiz geçirdim? Geçmişi düşündüğümde onu tanımadığım zamanları hatırlayamıyorum bile, bu nasıl mümkün olabilir?
Derin bir nefes aldı, yutkundu. konuşmaya başladı.
"Güzel. Onun hakkında her şeyi tek bir kelimeyle anlatacak olsam sadece bunu söyleyebilirim. Düşünceleri, gülüşü, sesi, bana hissettirdikleri... Her şeyi hem çok farklı hem çok sıradan. Tüm hayatımı geçirdiğim bir şehrin ilk kez gördüğüm bir sokağı ya da her gün izlediğim denizin en güzel noktası gibi.
"Onunla konuşurken 29 yıldır yaşadığım bedenin, hissettiğim ruhun hiç bilmediğim noktalarını fark ediyorum sanki. Güzel olan her şey oymuş, o güzel olan her şeymiş gibi. Bir ustalık eseri veyahut en güzel eserlerin ustası gibi. Güzel olan bütün sıfatların sahibi gibi.
"Yanındayken sadece susup oturmak, hatta yalnızken yanımda olduğunu hayal etmek bile güzel hissettiriyor. Mesela onu görünce heyecanlanmıyorum ya da korkmuyorum, aksine güvenli ve huzurlu hissediyorum. O an her şey olması gerektiği şekilde, gökyüzü en güzel halinde, hava en güzel sıcaklıkta, dünya en güzel noktada gibi. Bulunduğum an, baktığım yüz ve hissettiğim duygular sanki en baştan beri varmış gibi ama aynı zamanda ilk kez oluyormuş gibi.
"Bilmediğim dilde bir kitabı okuyormuş ama anlıyormuş gibi. Bilmiyorum ya da çok iyi biliyorum. Böyle işte."
Susmasıyla birlikte odayı uzun bir sessizlik sarmıştı. Konuşmaktan ve içindeki duyguları birine ilk kez anlattığı için oluşan heyecandan ağzı kurumuştu. Bardakta kalan suyu içti, yeni bir bardak doldurdu ve onu da içti. büyükannesi hâlâ konuşmuyordu.
Gerginliği artarken terleyen ellerini pantolonuna silip aylardır yaşadığı hastane odasını incelemeye başladı. Sonunda gözlerini korkarak büyükannesine çevirdiğinde şaşırmıştı.
Yaşlı kadın gözyaşlarını gizlemeye çalışırken gülümsüyordu.
•
Kapıyı yavaşça kapatıp hızlı ama sessiz adımlarla ilerlemeye başladı. Büyükannesiyle konuştuktan sonra onun uyumasını beklemiş ve saati gelince odadan ayrılmıştı.
Her gece aynı saatte yıldızları izlemek için hastanenin çatısına çıkıyordu. Tabii onun yıldızları gökyüzünde parlayanlar değildi. Kalbindeki gökyüzünün güneşi, ayı ve yıldızları olan adamdı. Karşısında duran, yerdeki örtüye oturmuş ve elinde iki kahve tutan adam. Wang Yibo.
Onu gördüğünde etrafını saran huzuru hissedince gülümsemesi genişledi. Elindeki minik saklama kabını daha sıkı tuttu ve gidip sevdiği adamın yanına oturdu.
"Bu gece yıldızlar çok güzel." Yibo'nun ona bakmadan uzattığı kahveyi aldı, kabı açıp ikisinin arasına koydu. Bu sabah eve gidip Yibo'nun en sevdiği kurabiyelerden yapmıştı.
Bir süre konuşmadan oturdular, Zhan gözlerini Yibo'dan alamazken, Zhan'ın yüzü Yibo'nun gözlerinin uğrak yeri değildi.
Yibo kahvesini yere bırakıp Zhan'a bu gece ilk kez baktı. Bu gözlerde her seferinde hissettiği duygular artık dile gelmek için can atıyordu. Yibo sabahtan beri bu anı hayal ediyordu ama şimdi anlamıştı ki hiçbir plana ihtiyacı yoktu. Gözlerine baktığı anda hissettiği şeyler dudaklarından dökülüverdi.
"Xiao Zhan, sen yıldızlardan daha güzelsin." İkisinin de beklemediği bu sözler bir süre sessizliğe sebep olmuştu. Sonunda Yibo devam etti.
"Ben aslında birçok plan yaptım. Sana söyleyebilmek için, hissettiklerimi sana göstermek için. Ama şimdi hepsini unuttum," Gözleri bir süre Zhan'ın yüzünde dolaştı. Devamında ne söyleyeceğini bilemiyordu.
Hissettiği şeylerin lisanı var mıydı? Aşk denen şeyin bu kadar güzel olduğuna inanmıyordu, yoksa herkesin öve öve bitiremediği aşka karşı bir ön yargısı olduğu için miydi bu?
Seni seviyorum dese yeter miydi? Yetmezdi tabii, hiçbir kelimeye sığmaz gibi hissediyordu.
"Ben seni seviyorum. Hayır, hayır. Ben yapmıyorum bunu. Sen bana güzel duygular hissettiriyorsun. Çünkü bu hisler sadece senin elinden çıkma bir eser gibi ya da sadece sana özgü bir koku, bir düşünce gibi." Elini kaldırıp gökyüzünü, ardından kalbini işaret etti.
"Gökyüzündeki bütün yıldızları toplayıp kalbime sarmışsın sanki. Bana hiç bilmediğim duyguları yaşatıyor, hiç görmediğim yerleri gösteriyor, hiç bilmediğim dilde şiirler okuyormuşsun da ben hepsini kalbimde taşıyormuşum gibi.
"Xiao Zhan, seninle ilgili olan her şeyi anlatmaya kalksam gökyüzüne bile sığmaz ama ben hepsini kalbimde saklıyorum. Bu yüzden sen, bana kalbim sonsuzmuş gibi ve her yerim seninle doluymuş gibi hissettiriyorsun." Yibo sustuğunda tepkisini görmek için gözlerini Zhan'dan ayıramıyordu.
Zhan ise hiç beklemediği bu sözler karşısında donakalmıştı. Yibo bir süre bekledi sonunda dayanamayıp gözlerini kaçırdı. Korkuyordu, hissettiklerinin karşılıksız olması onun için sorun değildi ama bunların Zhan'ı rahatsız etmesini istemezdi.
Ya Zhan artık onu yanında istemezse, rahatsız olursa ne olurdu? Yibo buna dayanamazdı. Onu üzmek, isteyeceği son şey bile olamazdı. Gözlerini yeniden zhan'a çevirdiğinde yüzündeki ıslaklığı gördü.
Xiao Zhan ağlıyordu, yüzünden birkaç damla akıp giderken konuştu.
"Yibo, canım Yibo. Sen kendinden habersiz hissettiklerinden bahsederken bana hissettirdiklerin ruhumu renklendiriyor. Sen güneşin batmadığı bir şehir, aynı zamanda ayın en güzel hali ve yıldızlar kadar parlakken bu sözler," Durdu. Hissettiklerini tasvir edebilecek kelimesi kalmamış gibiydi.
"Söylediğin bu sözler benim için en güzel melodiden daha güzel. Yibo, sen benim için her şeysin ve hissettirdiklerin yaşama sebebim. Sen benim ruhumun nefesisin, canım Yibo."
İkisi de ağlıyordu, hıçkırarak ya da acıyla değildi bu. Sessiz, huzurlu ve yüzlerce yıldır beklenen bir şeyin gerçekleşmesi gibiydi.
Yibo'nun eli havalandı, Zhan'ın yüzündeki yaşları silerken yavaşça seslendi.
"Xiao Zhan," Zhan gözlerini kapattı, başı Yibo'nun eline sokulurken gülümsedi. "Güzel Zhan, gülüşün ruhumu aydınlatırken gözyaşlarını sunma bana."
Şu an her şey olması gerektiği gibiydi. Dünya en güzel noktada, hava en güzel sıcaklıkta, gökyüzü en güzel halindeydi ve yıldızlar bu ana tanıklık ettikleri için daha kuvvetli parlıyordu.
••