I guess, found my love...
********Elimdeki yıpranmış ve küçük sayılabilecek bavulumla kalabalık istasyona gelmiştim. Yavaş adımlarla trenin geleceği alana ilerlemiş ve kalabalıktan uzak bir köşede ayakta treni beklemeye koyulmuştum. Kahverengi ve krem tonlarından oluşan, eskimiş boyalı istasyonun bir duvarına sırtımı yaslamış ve ağırlığımı duvara vermiştim. Treni beklerken duvara yaslanmama rağmen vücudum titriyordu ve bitkindim. Dün gece uykusuz kaldığım için olduğunu düşünüyordum ama öyle değildi. Doğduğum ve yaklaşık yirmi üç yılımı geçirdiğim şehir beni yormuştu. Herkes rahatça sırtını dönmüştü bana: ailem, arkadaşım diyebileceklerim, şehirdeki tüm insanlar.
Kimse yanımda olmamıştı ve artık olamazdı da. Yorulmuştum çünkü. Birileri yanımda olmak istese bile ben onları istemeyecektim, bir kere soğuduğum için herkesten. Eğer bir ruh eşim varsa o bile kurtaramazdı artık beni...Yorgun bedenim ve umutsuz ruhumun yanında diğer insanlar gürültülüydü. Trene binip memleketlerini terk edecek olanlar ve onları uğurlamaya gelen akrabaları oldukça sesli konuşuyordu. Birbirlerine sevgi ve özlem sözcükleri söylüyor, sarılıp duruyorlardı. Bir yerde göçmenler ellerini sıkıca tutmuş çocuklarının ağzına kuru ekmek sıkıştırıyor ve yorgun gözlerle trenin geleceği yeri izliyordu.
Takım elbiseli birkaç iş adamıysa üst sınıfa mensup olmanın gururu ve kibriyle etrafındakilere tiksinti dolu ifadelerle bakıyor ve kıyafetleri kirlenmesin diye uğraşıyordu.Dikkatimi fazlasıyla çekense bir grup genç olmuştu. Toplamda beş kişilik bu grup gülüşerek trenin geleceği yere bakıyor, heyecandan terleyen ellerini montlarına sürtüp duruyordu. Tahminimce buraya birini karşılaşmaya gelmişlerdi. Belki de arkadaşlarıydı gelecek olan. Hepsi o kadar heyecanlıydı ki, söyledikleri özlem sözcükleri bu heyecanın yanında çok sönük kalmıştı.
Bir süre sonra beşi de yankılanan tren düdüğünün geldiği yere dönmüş ve yerlerinde duramaz olmuştu. Gelecek her kimse çok önemli biriydi onlar için, arkadaştan ötesi belki de kardeşleri gibi bir şeydi.
Tren düdüğünü duyduğumda diğer insanlar gibi bende yaslandığım duvardan uzaklaşmış ve sanki ona veda ediyormuş ve elimle hafifçe dokunmuştum. Ardından yavaş adımlarla trenin geleceği yere yaklaşmıştım. Bu sırada hala o beş genci izliyordum.
Tren, istasyonun önüne gelip durduğundaysa o beş gencin heyecanı daha da artmıştı ve trenin kapıları açıldığında hepsi meraklı gözlerle kapılara koşmuştu. Arıyorlardı gelen kişiyi, onları heyecana boğan kişiyi bulmaya çalışıyorlardı. Ben ise uzaktan onların saf sevincine ortak oluyordum. Yüzümde buruk bir tebessüm oluşmuştu hatta.
Birkaç dakika sonra trenden inen bir genç -melek demeliyim sanırım- o beş gencin yerlerinde bir çığlık atmalarına neden olmuştu. Sanırım adını söylüyorlardı o meleğin.
"Dongyun!"
Dongyun, gökten düşen bir melek...
Bahsettikleri genç kahverengi saçlıydı, gülümsemesi... Kelimelere dökülemeyecek kadar güzeldi. Bir an tüm aşk şiirlerinin onun için yazıldığını düşündüm. Ama sonra bundan vazgeçtim çünkü... Çünkü aşk şiirleri onun güzelliği ve gülümsemesinin yanında hiç kalırdı. Trenden indiği gibi, arkadaşlarının ağlamasına benimse kalp ritmimin bir anda hızlanmasına neden olmuştu. Ellerim titriyordu, kendimi bir anda papatya tarlasının içine düşmüşüm gibi hissetmiştim. Midemde kelebekler uçuşuyordu resmen...
Arkadaşları ona tek tek sarılırken ben onun yüzünü görmeye çalışıyordum. Tam göremesem bile hala etkisi altındaydım, hala kelebeklerin midemde uçmasına neden oluyordu. Yirmi üç yıllık hayatımda ilk defa bu kadar değişik hissetmiştim. Sanırım gerçekten etkilenmiştim ondan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
red string of fate | changsom
FanfictionRuh eşleri serçe parmaklarından kırmızı bir iplikle birbirine bağlıdır... Zamanı geldiğinde kader... Onları birbirine ulaştırır. Zaman, mekan ve olaylar değişse bile aralarındaki bağ değişmez. oneshot ᴅʀɪᴘᴘɪɴ ✓ june, 2023