"Kendi işlerim vardı, diyorum." Sesim olması gerekenden fazla yüksek çıkmıştı. Öyle ki Atlas sesimle yattığı yerde kımıldamıştı. Çöktüğüm yataktan kalkarak yatak odasının kapısını örttüm. Karşı tarafı dinlemeye devam etsem de konuşması diyalogdan çok tek tarafın söylenmesine dönerken dikkatimi kaybetmiştim.
"Bu bencillik falan değil. Doğum günlerine önem veren birisi değilim," diye diretmeye devam ettim.
"Ben kimsenin ablası, kızı veya başka bir şeyi değilim. Doğma amacım da birilerini bir şeyi olmak ya da bu görevi yerine getirmek değil." Artık sesim bağırır bir hâl almıştı. Kendi kafasına göre beni bir yerlere yerleştiremezdi.
"Bana acıdığınız için beni yanınızda istemiyor musunuz?" Karşı taraftan bir duraksama sonrası garip itirazlar yükseldi.
"Kazadan sonra," dedim. Nefesim boğazıma takılır gibi oldu. Sanki birileri elini çıkarmıştı ve beni boğmaya ant içmişti. Pencereden vuran güneş ile masanın üzerine düşen gölgeme bakakalmıştım. Kendimi sessiz ama derin bir nefes almak için zorladım. Karşı taraftan gelen seslerin hiçbiri umurumda değildi. Bir şeyler diyordu ama benim tek yaptığım gözümü kapatmak ve derin nefeslerle kriz geçirmemeye çalışmaktı. Sızlayan dikiş izlerimi umursamamaya çalıştım. Kendimi tekrar toparlayabildiğimde kelimelerimi tekrarladım.
"Kazadan sonra-"
Bu sefer cümlemin yarıda kalış sebebi "Athena!" diye seslenen Atlas olmuştu. Daha fazla konuşmak ya da kendimi kadına açıklamakla uğraşmak istemiyordum.
"Kapatmam lazım arkadaşım çağırıyor. Çok acilmiş," diyerek karşı tarafı dinlemeden telefonu kapadım ve hızlıca uçak moduna aldım. Oturma odasına geçerken derin nefesler eşliğinde sakinleşmek için o kadar çabalıyordum ki anlık duygu boşalmasının eşiğinde olduğumu fark edememiştim. Odama dönüp Atlas'ı görmezden gelmem ya da banyoya gidip krizin klozetin üzerine oturup geçmesini beklemem için çok geçti.
"Efendim," dedim. Tüm saçlarımın yüzüme düşmesini sağlamak için kafamı aşağı eğdim. Ondan cevap gelmeyince sanki bir işim varmış gibi mutfağa geçtim.
Tırnaklarını kısa tutan birisi olarak sadece serçe parmaklarımı belirli uzunlukta tutardım. İçimden yükselen boğazımı bir yumru gibi oturan ağlama refleksini bastırmak için ellerimi sımsıkı yumruk yapmıştım. Avucuma batan serçe parmaklarım ile oluşan hafif acı hissine odaklanmaya çalışıyordum. Gözlerim -düzeltmeliyim gözüm- dolunca bunun yüzüme nasıl yayıldığını ve nasıl belli olduğunu biliyordum o yüzden yüzüme acilen bir gülümseme kondurmalı ve bütün o iğrenç hissi geri göndermeliydim.
Derin nefesler, diye hatırlattım kendime.
"Athena."
"Athena."
"Athena," diye bağıran ses kulaklarıma ulaştığında ben ağladığımın farkında bile değildim. Gözyaşları gözümden süzülüyordu. Henüz hıçkırıklarım ve nefessiz kalışlarım odayı doldurmamıştı. Her şey daha da beter hâle geliyordu ve ben, Atlas'ı eve aldığım için ilk defa kendime lanet ediyordum. Avucuma batan tırnakların yanına bir de birbirine kenetlediğim dişlerim eklendi. Ağzımdan dökülecek olan hıçkırıkları engellemek için sımsıkı kapadığım dudaklarım ve sıktığım çenemle daha ne kadar kendimi tutabilirdim bilmiyordum.
Atlas'ın benim bir kere daha kriz geçirir hâlimi görmesini istemiyordum. Bu benim için acınasıydı. Onun bana acıyan gözlerle bakmasını istemiyordum. Daha yeni ki Mert denen ve geçmişte bana yardım etmiş adamın öyle bakışlarına maruz kalmıştım. Bir kere daha aynı duyguyu çekmek istemiyordum.
"Athena." Atlas'ın sesiyle olduğum yerde öyle bir sıçradım ki dudaklarımdan bir hıçkırık dökülmeyi başardı. Sesi ilk defa gerçekten korkutucu gelmişti. "Athena," diyen sesi bu sefer neden bir şeyler isteyecek gibiydi? "Athena, lütfen. Ses ver. Ayağa kalkamıyorum ama orada neler olduğunu tahmin edebiliyorum." Yalvarırcasına çıkan ses ona yakışmamıştı.
"Eğer buraya gelmezsen kendimi zorlar, dikelir ve yanına gelirim," dedi bu seferde. Yapar mıydı, bilmiyordum. Onu tanımıyordum ki! Ama o beni tanıyormuş gibi hissediyordum çünkü ağladığımı belli eden hıçkırığımı duymadan önce bile bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı.
Koltuğun yaylarından yükselen gıcırtıyı ve Atlas'ın kısık sesli küfrünü duymam benim için yeterli uyarıcı olmuştu. Kendime geldim ve silkinerek oturma odasına geçtim. Gözlerimi, yanaklarımı elimin tersi ile silerken kurumuş boğazımı konuşmaya hazırlamak için temizledim.
"Kalkma," dedim. Sesim ağladığımı belli edercesine çatallı çıkmıştı. Kafasını onun için zor da olsa bana döndürdüğünde beni gördüğü için yüzünün gevşemesini anbean gördüm ve sonrasında tekrardan gerilen yüzü ile kendini yavaşça koltuğa geri bıraktı. Ufak bir inlemeyle acı çektiğini belli etmişti.
"Gerçekten ağlıyor olduğunu düşünmemiştim," dedi ben başucuna gelince.
"Neden?" diye sordum. Benim ağlamam aslında bir "neden" sorusunu hak ediyordu ancak üstelemeyerek cevap verdi.
"Bilmem, ağlamak için fazla gururlu görünüyorsun dışarıdan," dedi omuz silkerek. Dikkatimi dağıtmak için mi yoksa gerçekten öyle olduğundan mı havadan sudan bahseder bir tavra büründüğünü anlamamıştım.
"Tek başına yaşadığında ağlamak kolaylaşıyor," diyerek cevapladım.
"Neler olduğunu anlatacak mısın?" diye sordu. Ses tonu sanki en sevdiğim filmin konusunu sorarmış gibiydi. Ürkütücü derecede sakin ve normal.
"Sen uzan ve boş ver," diye mırıldandım. Tabağı alarak mutfağa bırakmak için yanından ayrıldım.
"Belki dikkatini çekmemiş olabilir ama ben, bir süre daha buradayım ve tekrar belirtiyorum, hoşuna gitmese de birçok anına şahit olacağım."
"Olabilir," diye seslendim içeri doğru.
"Yani?" diye sordu bu sefer ben onun yanına geri döndüğümde.
"Bu soruyu ben sana sormalıydım," derken odama gidip sigara ve çakmağı alarak oturma odasına geri döndüm. Onun başucuna denk gelen ve sürekli olarak oturduğum yere oturdum. Sağda solda bulunan küllüklerden birisi de buradaki yuvarlak masanın üzerinde yer alıyordu.
"Midem bulanıyor," dedi konudan bağımsız. Bu onun hakkındaki düşüncelerimi doğrular nitelikteydi. Ben herhangi bir tepki vermeyince devam etti. "Kusabileceğim boş bir kabın var mı?"
"Var, getireyim," diyerek ayaklandım. Mutfakta asla kullanmadığım ama bir şekilde biriktirdiğim boş kaplardan birini aldım. Yanına getirmemle kusmak için eğilmesi bir oldu ve kusması bir oldu. O yediği her şeyi çıkarırken tek yapabildiğim önüne düşen saç tutamlarını geriye toplamak ve tamamen rahatlaması için beklemek oldu.
Kabı alıp çöpe atarken ve poşeti bağlarken de aklımdan tek bir soru geçiyordu. İçeri döndüğümde onun yüzünü ıslak bir bezle silerken ve ateşini kontrol ederken bu kadar ileri gitmemin beni onun hayatına dâhil edeceğini düşünüyordum.
Her şeyi hallettiğimde "Ne kadar süredir yeme bozukluğun var?" diye sordum.
Geldiğinden beri ilk defa bana temkinli bakışlar gönderdi. Bu bakışların altında ne yattığını bilmiyordum ancak şu an ne cevap verirse versin tam olarak doğruyu yansıtmayacağına emindim.
"Bir süredir," diyerek kestirip atmaya çalıştı.
Sağ kolunu dirseğinden kırarak gözlerinin üzerine yerleştirdiğinde uyuyacağını anladım. Kaçıyordu ve ben kovalayamayacak kadar yorgundum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dışarıda Kalanlar
Teen Fictionİki buçuk yıl önceki geçmişinden pistlerde yaptığı hızla kaçan Sahil, gerçek kimliğini de iki buçuk sene öncesine gömmüştü. Birden ona ulaşan gizemli notlar ve kazandığı yarışın gecesinde yaralı bir şekilde kapısına dayanan Atlas. Atlas neden notla...