Wioska Ogrodowa caddesindeki ücra kütüphanenin sessizliği, genç adamın adımlarıyla bölündü.
Elini uzatarak kitabı alırken, gözleri kitabın kapaklarına takıldı. "Bu kitabı daha önce görmemiştim," dedi şaşkınlıkla.
Kalabalık kitap yığınının olduğu masasına oturan genç, kitabı ilgiyle incelemeye başladı.
Bu sırada ona mumun titrek ışığının altında, gecenin sessizliğini bozan ağaçların hışırtıları ve uzaktan gelen köpek ulumaları eşlik etmeye başladı.
Kitabın ismi 'The Forbidden Tome' (Yasaklı Cilt) idi. Bu isim, onun içinde karanlık bir çekim yaratırken, merakla dolup taşan gözleri sayfaları keşfetmek için sabırsızlanmıştı.
Heyecanla kitabın ilk sayfasını açmasıyla, adeta içine kapılıp sayfaları hızlıca çeviriyordu. Ancak yarısına geldiğinde sayfaların devamının boş bırakıldığını fark etti ve içinden bir hayal kırıklığı yükseldi.
"Bu nasıl bir şaka?" diye düşündü. Basım hatası olabileceğini göz önünde bulundurdu, ancak içindeki hisler bunun kasıtlı olarak yazar tarafından bırakıldığını ima ediyordu.
Kitabın ona ne söylemek istediğini anlamak için derin düşüncelere daldı. Ancak o düşünceleri bir anda, yalnız başına olduğu kütüphanenin bozuk kapısının gıcırtısı böldü.
Dikkatlice kitabı bırakıp daha önce nadir ziyaret edilen kütüphaneye bu sefer kimin geldiğini görmek için girişe doğru yürüdü.
Gelen kişi, siyahlar içinde bir kapüşonlu giyen, kafasını eğmiş soluk soluğa kalmış on altı yaşlarında bir kızdı.
Kafasındaki kapüşonu çıkartıp öfkeli bir şekilde "Beni hatırladın mı Cassius!"
Yüzü tümüyle yara izleri ile kaplıydı, kısaca kesilmiş sarı rengi olduğu belli olan saçları ve zümrüt gibi yeşil gözleri vardı.
Cassius, gözlerini büyüterek geri adım attı. Şaşkınlıkla kızın yüzüne baktı ve "hayır?" dedi.
"Beni hatırladın mı Cassius!" diye tekrarladı kız, bu sefer daha sert bir tonla. Sesindeki hiddet ve acı hissedilir bir şekildeydi.
"Özür dilerim, ama seni tanımıyorum. Burada sadece kitap okuyordum. Size nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordu titrek bir sesle.
kapüşonu yeniden kafasına takıp, yüzünü yere eğdi ve "Yalan söylüyorsun, Cassius!" dedi kız, sesi hırçınlaşarak. "Clara... bu isim sana bir şeyler hatırlattı mı?"
Yüzünde aniden değişen korkunç bir gülümseme oluştu "Ah, seni görmek ne kadar da güzel canım kardeşim. İntikamını almaya mı geldin?"
"S-sen bir şeytansın. Söylesene bunu neden yaptın!" yere damlayan göz yaşlarını eliyle saklamaya çalıştı.
Cassius iğneli bir tavırla "Senin yaşama isteğini gözlerinden sildiğimde neler olacak merak etmiştim. Ama ilginç, intihar edersin sanmıştım..."
"N-nasıl bu kadar rahat olabilirsin, neler çektim biliyor musun!"
"Gerçekten umurumda olduğunu mu sanıyorsun?"
İçinde fırtına kopuyordu. "Hiçbir zararları olmayan ailemizi öldürdün ve tüm suçu bana yıktın. Tüm bunların bir sebebi olmalı!"
"Senin beni anlama çabaların gerçekten de sevimli... Peki, Sana her şeyi anlatmamı ister misin?" diye sordu.
Kardeşi sessizce nefes aldı ve derin bir iç çekti. "Seni anlamaya çalışmak, kendimi boşuna yormak olarak görüyorum, sonuçta sen bir insan değilsin." dedi kısık bir sesle.
Cassius, alaycı bir kıkırdama eşliğinde yanıtladı: "Ne de olsa senin düşünce kapasiten benimkiyle kıyaslanamaz. Tüm bunların sebebini anlamamak senin kısıtlı anlama yeteneğinin bir sonucu olsa gerek. Sebebim oldukça basitti: Senin mutluluğun."
"Ne demek istiyorsun! Yalvarırım, bu karmaşanın altındaki gerçek nedenini bana anlat!"
Kötü niyetli bir sevinçle ekledi: "Görmüyor musun? İşte benim gerçek amacım bu. Senin acı çekmen, mutsuz olman, kin duyman, tüm bunlar bana zevk veriyor! Sana duygusal işkence etmek, kendimi daha güçlü, daha zeki hissetmemi sağlıyor sonuçta Bu benim için bir oyun ve sen benim oyuncağımsın."
Clara göz yaşları içinde kafasını kaldırdı ve "Islah evinde günlerce acı çekerken sabahlara kadar, belki pişman olmuşsundur diye umut etmiştim ama bana başka çare bırakmadın!" Diye bağırdı ve cebinden çıkardığı bıçak ile koşmaya başladı.
Cassius, sakin bir duruşla bekledi. Kardeşi yaklaştığında eliyle onun bıçağı tuttuğu kolunu sertçe kavrayarak havaya kaldırdı. Bıçağı düşürdüğünde ise ani bir hareketle kafasını tutarak dizleriyle onun yüzüne doğru ardı ardına vurmaya başladı.
Acı içinde "D-dur lütfen!" Diye yalvardı.Ancak, durmamıştı. Clara'nın çığlıkları Cassius'un kulaklarını tırmalıyordu, fakat onun yalvarmalarını duymazlıktan geldi.
Yüzü kasılmıştı ve nefesi hızlanmıştı. Hedefindeki kişiye odaklanmıştı ve gözleri zevk dolu bir parıltıyla yanıyordu.Onu yere düşürüp, yüzünü paramparça edene kadar sonu gelmeyen tekmelere devam etti, bu sırada kız çaresizce çırpındı ve kaçmaya çalıştı, fakat umudu yoktu.
Çünkü, karşısındaki kişinin gözlerindeki acımasızlık, kendisini mutlak çaresizliğin içine sokmuştu.Sonunda, Clara'nın nefesi kesildi ve yüzü paramparça oldu.
Kan, etrafa yayılarak kütüphaneyi devasa bir kan gölüne dönüştürdü.Beraberinde ölüm sessizliği etrafa hakim olmuştu. Ancak bu durum çok uzun sürmedi, çok kısa bir süre sonra, uzaktan gelen siren sesleri kulakları delercesine kütüphanede yankılanmaya başladı.
Bu seslerle birlikte, Cassius, Clara'nın gerçek niyetini anladı. Ama ne yazık ki, artık çok geçti. Dizlerine vurarak kahkahalar atıyordu. Yüzünde oluşan sırıtma giderek yoğunlaşırken, "Tebrikler kardeşim, benden intikamını aldın!"
Polislerin yaklaştığını duyunca yerdeki bıçağı aldı ve boğazını derin bir şekilde kesti. Bedeni, kardeşinin kanlar içindeki yüzünün yanına doğru yavaşça eğildi. İçindeki anlamsızlık ve karışık duygularla dolu olan Cassius, tereddüt etmeden yere yığıldı.
Kardeşinin cesedine bakarken hareketsiz bir şekilde kaldı, zihninde karmaşık düşünceler dönüp duruyordu. Öldükten sonra ne olağını düşünürken. Hayatının tüm anlarını gözden geçirmeye başladı.
(* * *)
Bir yağmurlu gece vaktinde, on üç yaşındaki bir erkek çocuk, odasının penceresinden düşen yağmur damlalarını izliyordu.
Yağmur camı tıkırdatırken, ay ışığının yansıması kırmızı gözlerinde parlıyordu. Siyah saçları alnına kadar uzanıyordu ve yüzünde duygusal bir ifade yerine duygusuz bir ifade vardı.
Bu genç çocuk, dışarıdan sıradan gibi görünse de aslında sıradanlığının içinde gizlenen korkunç bir şeytandı...
Hayatı boyunca hiç ağlamamış, duygusuzluğu ile bilinen, kendini kitaplara adamış sessiz biriydi.Annesi ev hanımı, babası sıradan bir memurdu. İkisi de her zaman ona sevgiyle yaklaşırlardı. Aynı evde büyüyen kız kardeşi Clara ise masumiyetiyle etrafa ışık saçan bir güzellikti. Sarışın saçları ve yeşil gözleri, herkesin dikkatini çekerken yüzünde sürekli sıcak bir gülümseme taşırdı. Fakat, bu mutluluk, hüzünlü bir trajediye doğru yol almıştı...
Yağmurun şiddeti giderek artarken, sessizce odasından çıktı. Cebinden parıldayan bir bıçak çıkardı ve karanlıkta sırıtarak "Zamanı geldi" diye mırıldandı genç çocuk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Yolun Efendisi
FantasyŞimdiye kadar pek çok "kahraman" hikayesi okudun değil mi? Süper güçlü ve adil, insanların umudu olmuş kusursuz karakterler. Bu hikaye onlardan farklı çünkü ben, o "klişelerden" fazlasıyla sıkıldım. Artık daha gerçekçi şeyler istiyorum ve bu webnove...