Başlıksız Bölüm 1

13 1 0
                                    


Yine uyandım. Her sabah olduğu gibi saat 11 alarmıyla kalkıp dişlerimi fırçalamaya banyoya gittim. Ve evet yüzümü yıkarken aynayla dakikalarca bakışıyordum. 7 ayrı yerinden çatlak olan, ne kadar vursam da bir şekilde ayakta kalmayı başaran aynamla yine dakikalarca bakıştım, dişlerimi fırçaladım yüzümü yıkadım ve içeri doğru yürüdüm. Evimin her yanında siyah perdeler vardı çünkü güneşle aram pek yoktu. Hayatı, günü, güneşi sevebilmek için nedenim olmadığı gibi onlardan uzak kalmak için çok sebebe sahiptim. Güne dair tek sevdiğim kuş sesleri idi sanırım. Genelde bilgisayardan mail okur, arka plandan sevdiğim kadının fotoğraflarına bakarak müzik dinler ve zaman geçirirdim. Ama önce mutfakta biraz çay yapmalıydım, sütlü çay. En sevdiği içecektir sevdiğimin. Her sabah bir bardak içerim. Garip gelebilir ama ona sorduğumda 'İngilizler çayı böyle içiyor ben de onlardan öğrendim.' demişti. Öyle işte. Sevdiği müzikleri dinler gezmeyi sevdiği yerleri gezerim. Tek başıma. O neyi seviyorsa ben de onları severim. Elbette onun haberi yok bunlardan. Bizi iki arkadaş zannediyor. Keşke bunca zamandır verdiğim yaşam mücadelesinde beni güçlü tutan tek şeyin kendi olduğunu bilse. 7 kez intihar etmek için evden çıkıp arabama binmiştim. Ama genelde sahil kenarında bir yerde sızar kalırdım. Sonra da eve gider hayata tutunmak için halen nedenlerim olduğunu sayıklardım kendime. Aynı yerde çalışıyoruz biz Hridayeş ile. Evet ismi Hridayeş. Hintçe'de kalp ve göğüs anlamlarını taşısa da can parçası demek Hridayeş. Yanında en çok huzur bulduğun, en çok sevdiğin demek. Bugün de anksiyete krizleri geçirmekten biraz kaçmak için akşam 7'de bir mekana gidip ufak grupların canlı müziklerini dinleyecektim. Kafam dağılınca ataklar da azalıyor. En çok geceleri oluyor bunlar. Nefesim kesiliyor hatta bazen. Çok düşünmek beni çok yoruyor. Aslında doktor tanı koymadı çünkü doktora gitmedim. Kendi tanımı kendim koydum sanırım. Anksiyete, hiç bitmeyen bir depresyon ve dahası. Hridayeş işte benim ataklarımı azaltan, beni şu dünyada iki sözüyle mutlu edip hayata bağlayan. Bugün işe gitmeyecektim ama onun mesaisi vardı. Sanırım akşam gideceğim yere gitmeden sanki habersizmiş gibi iş yerine gidip bir eşyamı unutmuş numarası yaparak onla konuşacaktım. Hazırlandım, üstümü giydim ve onun en sevdiği limon kolonyasından sürdüm tüm vücuduma. Büyükbabası çok severmiş limon kolonyasını. O vefat ettiğinden beri ara ara limon kolonyası sürüp çıkarmış dışarı. Belki bunu önemsediğimi hisseder diye bazen yanından kolonya kokusuyla geçer giderim. İş yerine vardığımda yine bilgisayar başında kan ter içinde bir şeyler kovaladığını gördüm. Acaba bugün kaç tane müşteri kazandırdı, bugün o güzel sözleriyle kaç insanı şirkete kazandırdı? Yanından geçtiğimde kulağındaki telefonu göstererek beklememi söyledi. Çok sevindim beni durdurmasına. Telefonu kapadıktan sonra kolonyanın kokusunu aldığını söyledi ve gözleri doldu. Büyük bir çekinceyle ona sarıldım. İlk kez sarılmıştım ve bu sanırım hayatımda yaşadığım en güzel şey idi. Biraz konuştuktan sonra iş yerinden çıktım. Biraz müzik dinledim, kafa çektim ve eve döndüm. Bugün ilk kez sarıldık ve ben halen bunun etkisindeydim. Acaba onun da hoşuna gitmiş midir? Onun da aklında mıdır şuan sarılmamız? İnan bilmiyorum ama umarım öyledir. Ailemle uzaklarda da olsam dedemden kalma bir tabancam vardı. İçinde sadece 7 kurşun vardı. Bazen can sıkıntısından silahı temizlerim, kurşunları çıkarıp geri takarım. İntihar denemelerimden biri de bu silahla olmuştu. Şans eseri tutukluk yaptı ve bunun yaşamam gerektiğine dair bir işaret olduğunu zannetmiştim. Hayatta beni önemseyen ne bir arkadaşım vardı ne de bir dostum. Bir tek Hridayeş vardı. Her zaman konuşmasak da bana değer verdiğini gösterir, bazen dertlerimi dinlerdi. Aslında ona hep kafamda kurduğum sahte dertleri anlatırdım. Korkmasını istemezdim çünkü. 7 kez intihar girişiminde bulunup kafamda tutukluk yapan silahı anlatamazdım herhalde. Ya da evde anksiyete krizleri geçirip işe gelemediğim, rapor aldığım günlerde yorganın altından kalkamadığımı söyleyemezdim. Yine birkaç aydır kafam bulanık. Her gün o silahla bakışıyorum ve artık kararımı verdiğimi düşünüyorum. Gittiğimde arkamdan ağlayacak pek kimsem olmayacak sanırım ama Hridayeş'e bir şeyler bırakmak istiyordum. Zaten karanlık olan hayatım içine girmeye çalışan herkesi boğmuşken, bir de öldükten sonra ona yazdığım mektupları arkamda bırakıp Hridayeş'imi üzülmeye mahkum etmeli miydim? Yoksa hepsini yakıp onun için sadece bir iş arkadaşı olarak mı kalmalıydım? Sanırım ilk seçeneği yapmak istiyorum çünkü öldükten sonra burada ne olacağını göremeyeceğim ama en azından onu bunca zaman her şeyden çok sevmişken bunu ölü beynimde götürmek istemiyorum. O da bilsin. Hangi çekmeceyi açsam ona yazdığım bir mektup çıkıyor. Aslında sanırım yapacağım şeyi buldum. Son akşam evimin anahtarını ve ona ait son mektubumu çalışma masasına koyacaktım. Evet sanırım bu en sağlıklı olan şey idi. Bir şeyi çok merak ediyorum. Ben gittikten sonra Hridayeş'im neler hissedecek? Acaba o da beni aylarca sevmiş ama benim gibi söylemeye çekinmiş mi? Eğer öyleyse gittiğime çok üzülecektir. Ben de üzülürüm eğer öyleyse. Evimin her kenarını gezerken güzel parmakları bir yerlere değecek. En çok da ellerini ve parmaklarını severdim biliyor musunuz? Çünkü elleri çok hoş, parmakları da çok zarifti. En sevdiği grubun plakları vardı salonumda. Onları göreceği için çok heyecanlıyım. Çay ve sütü de buz dolabında tutardım. Çayı buzdolabında tutmam gerektiğini, daha diri olacağını söylerdi. Sanırım buzdolabında çayı ve sütü de yan yana gördüğünde aklına gelecektir. Bana söylediği, anlattığı ve önerdiği her şeye hayatımda yer vermiştim. Baktığın zaman ne de güzel sevmişim değil mi arkadaşım? Sessiz sessiz, usul usul. Kırmadan, dökmeden, incitmeden. Tipim ona göre değildi belki çünkü yakışıklı bir adam değildim. Kaslı ve çekici adamlardan da değildim. Kendi halinde ayakta durmaya çalışan biriydim işte. İnsanların sevmeye korktuğu tiplerden. İnsanların 'Hayatıma alıp bir de onu mu çekeceğim? Onun bu ruh hali beni bayar, benlik değil.' diyecekleri tipte biriydim sanırım. E ama benim de hayatımda mutlu olmak için nedenlerim olsa böyle olmayı seçmezdim herhalde. Her neyse bu önemsiz. Üzülürdüm ona sahip olamadığım için ama bazen de içimde sahipmişim ve onunla bir hayatımız varmış gibi hayaller yaşardım. Film sahneleri gibi hayaller kurardım onla. Sanki benimmiş gibi davranırdım bazen. Hatta komik gelebilir ama bazen yemek masasına iki tabak koyardım. Hridayeş'im de oradaymış gibi. Öyle güzel sevdim işte ben onu. Çok fazla vaktimin olduğunu düşünmediğim için yavaş yavaş toparlanıyordum. Belki günlerini burada geçirdikten sonra evine benden bir şeyler taşımak isterse diye en sevdiğim kol saatimi ve 7 yıldır kullandığım paltomu girişe koydum. Ha bir de onun çok beğendiği kahverengi deri kunduram da oradaydı. Evet her o kundura ile iş yerine gittiğimde güzel güzel iltifatlarda bulunurdu. En sevdiği renk kahverengi olduğundan olsa gerek. Bir de ayakkabılara merakı vardı ve sürekli ayakkabılara para harcardı. Keşke benim olsaydın Hridayeş. Ben senin için uygun biri değilim diye hep attım içime bunları. Sana ufacık bile zarar vermemek için içime attım. Hadi ben reddedilmeyi kaldırabilirdim belki. Zaten hayatım böyle geçti benim. Ailem reddetti, insanlar reddetti. Ama sen reddederken vicdanın sızlamasın diye ben hiç açamadım içimi sana Hridayeş. Belki o mektupları okuduğunda keşke açsaydı bana içini, keşke gösterseydi sevgisini diyeceksin ama ben karanlık bir adamken senin gibi bembeyaz, harika bir kadını içime çekemezdim. Seni sana en ufak zararı bile vermekten çok korkarak sevdim. Son bir şey daha hazırlamam gerekiyordu. 3 yıl içinde gizli saklı çektiğim Hridayeş'imin fotoğraflarını bir zarfa koydum. En başa da iş arkadaşlarımızla gittiğimiz bir yemekte çekindiğimiz fotoğrafı koydum, yan yana oturduğumuz fotoğrafı. Zarfı açtığında en azından biraz yüzü gülümsesin sevdiğimin. Artık her şey hazırdı. Aslında dedemden kalan tabancayı kullanacaktım ama gitmeden önce evde bulduğum jiletle karnımı kestim. Sonra da kollarımı. Muhtemelen kafama dayadığım silahı ateşlediğimde saniye sürmeden ölecektim ama milisaniyeler kadar da olsa hissedeceğim o acının binde birini ölmeden önce hissetmek istemiştim. Karnımdan ve kollarımdan akan kanı dakikalarca izledim. Sanki biri damarlarımda kibrit yakmıştı. Öyle çok yanıyordu ki canım, hiç sesimi çıkarmadan sadece kanın yere kadar akışını ve çizdiği yolu izliyordum. Kollarımı ve karnımı sarıp dolabın üstündeki tabancayı alıp evden çıktım. Hridayeş'in bana öğrettiği bir yer vardı.Köprüye varmadan sağdaki yoldan hafif yukarı çıktıktan sonra hemen aşağıda su kenarında oturmak için harika bir yer vardı. Ufak bir koy gibiydi aslında. Arabama binip oraya gitmek için yola koyuldum. Son dakikalarımdı artık. En sevdiği grubun plağını takmıştım evden çıkmadan önce. Muhtemelen eve vardığında o şarkılar karşılayacak sevdiğimi. Aynı zamanda arabada açtım o şarkıları. Yolu yarıladığımda farkettim ki tüm kan önce sargıdan akmış, ardından tişörtümün altından belime kadar yol almıştı. Üzerimdeki beyaz tişört tüm kanı dışarı vermişti sanki. Neyse ki arabadaydım ve sonsuzluğa gidiyordum. Kimse bir şey göremez diye düşünüp daha çok gaza bastım. Gelmiştim o güzelim koya. Hayatım zaten berbat ve sona doğru gelirken, en azından varlığımla beraber yokluğa sürüklendiğim bu yokuşun duvarlarını son demine kadar süsyelen ve anlamlandıran biri oldu hayatımda. Kimsenin hissettiremediklerini hissettiren biri. Sana o kadar minnettarım ki Hridayeş! Beni bunca şeyden sonra duygusuz bir adam olmaktan kurtardın aynı zamanda. Keşke güzel bir geleceğe sahip olabilseydik senle ama sen güzel şeyleri hakeden harika bir kadınsın sevdiğim. Belki olanlar, bu derin hikaye seni biraz üzecek olsa da bunları aştığında beni geçmişinde kalan ve hayatına anlam katan bir anı olarak hatırlamanı istiyorum. Hayatımdaki tüm mutsuzluğu bana Hridayeş borçluymuş gibi anlattıysam affola, o sadece beni aşkıyla büyüleyen ve yüzümü güldüren tek şey. Anlatamadığım o kadar çok şey var ki. Ölmeden önce en çok neyi yapmak isterdin diye soracak olsalardı, onu öpmeyi isterdim. Hiç öpemedim çünkü onu. O kadar hayalini kurdum ki zamanında, üst üste kaç gece öpüştüğümüzü gördüğümü ben bile sayamamıştım. Koya geldim. Saat akşam 7 ve güneş yeni battı. Tabancayı orada öylece kalmamak için güzelce temizlemiş ve şarjörünü iyi kontrol etmiştim. Çalışıp çalışmadığını kontrol etmek için bir el ateş ettim ve evet, çalışıyordu. Son bir kez arada sırada sohbet konusu bulup kimi zaman saatleri bulan mesajlaşmalarımızı okumak için telefonumu çıkardım. Okudukça gözlerimden yaşlar aktı, içimden bir şeyler yandı. Kalbimin yangınını tenime dokunan hissedebilirdi sanki. Zaten iyi gitmeyen hayatımın üstüne bir de onsuzluğun öfkesi binmişti. Dakikalar geçsin, ne yapacaksam yapayım ve bitsin istiyordum artık. Beraber bir arabanın içinde el ele ölseydik mesela.. Nasıl olurdu? Öleceğim zaman yanımda olmanı, ellerimi tutmanı çok isterdim sanırım. Mesajları okumayı bırakıp son bir kez fotoğraflarına bakmak için galerime girdim. Koskoca galeride sadece onun fotoğrafları vardı sanki. Yanında üç beş gereksiz fotoğraf ve sadece Hridayeş. Bu silahı senin de kafana doğrultup neden bana hiç işaret vermedin demek isterdim. Tetiği çekemezdim,blöf olurdu zaten ama 'Verdim, kaç kez verdim sana işaret!' demeni ve orada dizlerimin titremesini isterdim. 'Bunca zaman nasıl farkedemedim?' diyerek heyecanla karışık hüznü yaşamak isterdim. Ama bu mümkün mü? Beni sevmek aklından bile geçmemiştir eminim. Neyse artık keşkeler bitti. Giderken seni üzmek istemezdim ama en azından seni bunca zaman gizli gizli, içime atarak sevdiğimi görmeni isterdim. Mutsuz bir anında sevilmeye layık olmadığını düşünecek olursan, hep aklına beni getir diye yapıyorum bunu. Sen yeryüzünde sevdiğim en güzel şeysin. En sevdiğimsin. Arabanın anahtarını içine atıp arabayı yedek anahtar ile kitledim. Sonra o anahtarı da suya attım. Yavaş yavaş dibe doğru yol aldı. Artık kendimi oyalamak için bir şey kalmadı. Mesajları okudum, fotoğraflarına baktım ve kendi kendime düşüncelere dalıp bitirdim. Artık sona geldik zannımca. Ama halen nefes alabiliyorken derin derin çektim havayı içime. Sen de busun işte Hridayeş. Yani bunca zaman sanki oksijen gitmemişken beynime en son seni gördüğümde, ilk tanıdığımda aldım böyle rahat bir nefesi. Her neyse artık. Düşünceler düşünceleri açıyor ve ben bitiremiyorum. Torpidoya koyduğum mektubun ona verilmesi için üstüne ufak bir yazı yazdım. Oradan alır anahtarlarımı ve lazım olan her ne varsa. Düşünme aşaması bitti artık. Son bir kez kurşunları kontrol ettim. Emniyeti de ne olur ne olmaz kontrol ettim. Zaten az önce ateş ettim ama yine de kontrol etmeliydim çünkü artık tutukluk yapıp beni yaşamak için nedenlerin olduğuna inandırmasını istemiyordum. Son sigaramı yaktım. Biraz su içtim. Sigara yarılanırken son kez derin derin nefesler aldım. Gidiyorum artık Hridayeş. Söz ver bana kendine iyi bakacaksın tamam mı sevdiğim? Bir söz daha istiyorum: Beni unutma olur mu :')? Ben seni hiç unutamazdım çünkü. Sen de beni unutma. Canını sıkacak boyutta hatırlama ama sana olan sevgimi hiç unutma güzelim. Sigara bitti, ayağımın altına alıp söndürdüm. Su şişesini yere koydum. Ah doğru ya. İntihar edecek olsam My Chemical Romance grubunun bir şarkısını dinleyerek ederdim demiştim eskiden arkadaş arası bir muhabbette. Çok severim o grubu. Emily şarkısını açtım telefonumdan. Çok severdim hatta Hridayeş'e de ben önermiştim. O da çok sevmişti. Hiç dinledi mi benden sonra bilmiyorum ama dinlemiştir ya değil mi? Müziği açtım, telefonu yere koydum. Silahı aldım ve son bir kez gökyüzüne baktım. Her şey bitmek üzereydi. Son bir kez derin  nefes aldım ve... (O günden sonra Hridayeş'e ulaştırılan mektup ve anahtarlardan sonra Hridayeş o eve gitti. Plakta halen o şarkılar çalıyordu. Nereye baksa kendine ait bir şey çıkıyor, duvarlarda fotoğraflar ve çekmecelerde mektuplar. Tek tek önüne çıkan tüm mektupları okudu. Okudukça gözlerinden akan yaşlara hakim olamadı. Meğer ne de güzel sevilmiş bunca zaman. Günlerce o evden çıkamadı. Dolapta en sevdiği yiyecekleri gördü yine ağladı, en sevdiği fotoğraflarının odada portrelenmiş olduğunu gördü yine ağladı. Ağladı ve sadece ağladı.) 

But does anyone notice
There's a corpse in this bed?


Onsuzluğun ÖfkesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin