Benim hayatım diğer insanların hayatının aksine çok sıradan bir hayattı. Herkes gülüp eğlenirken ben tek başıma oturur ders çalışırdım. Sınıfın en başarılısı olduğum için kimse benimle arkadaş olmuyordu. Beni sürekli dışlıyor, üstüne üstlük birde dalga geçiyorlardı. Başarılı olmak suçta benim mi haberin yoktu? Kendi sorumu kendim cevaplayayım. Bana göre suç değildi ama arkadaşlarıma göre suçtu. Bu sorunun başka bir açıklaması olduğunu sanmıyorum.
Herkes bana büyüyünce hangi mesleği olmak istediğimi sorduklarında onlara cevap olarak 'Terör bölgesinde doktor olmak.' olduğunu söylerdim. Aslında asıl amacım doktor olmak değildi. Asıl amacım yaralı askerlerin yaralarını sarmak, onların hayatını kurtarmaktı. Bana soranlara cevap olarak böyle cevap verseydim beni küçümserlerdi. En azından ben böyle düşünüyorum. Belki de daha farklı şekilde tepki verirlerdi. Ama bizim sınıftaki öğrencilerden en fazla ne beklenir ki?
Otobüsteyken aklıma gelen düşünceler bunlardan ibaretti. Şuan hayalimdeki mesleği yapmak -devlete olan görevimi yapmak- için Diyarbakır'a gidiyordum. İlk defa Diyarbakır'a gideceğim için hem heyecanlı hem de meraklıydım. Acaba orası nasıl bir yerdi? Diyarbakır memleketime duyduğum hasreti giderebilecek kadar güzel miydi? Kim memleketinin özlemini başka bir şehirde unutabilir ki? Tabii ki de kimse.
Annemi şimdiden çok özlemiştim. Kim bilir tek başına ne yapıyordur? Belki de bazılarınız 'Baban yok mu? Neden yalnız olsun ki?' diyordur. Evet, babam yok. Yıllar önce Hatay da gerçekleşen bir savaşta şehit oldu. O adi herifler babamdan ne istediler kim bilir. Mekanın cennet olsun babacım. Senin rahat ve huzur içinde yatman için elimden gelenin daha fazlasını yapacağımdan emin ol.
Otobüsün durmasıyla düşünceler zihnimi terk etti. Çok eşya getirmediğim için okul çantama gerekli eşyalarımı katmıştım, azıcık bir eşya getirmek için koca bir valiz getirmenin hiçbir manası olamaz. Hemen çantamı takarak koltuktan doğruldum. Hızlı adımlarla yürüyüp otobüsten indikten sonra derin derin nefes alıp verdim. Havası bizim memleketimiz kadar güzel olmasa da güzeldi. En azından havası diğer şehirler gibi çok kirli değildi.
Etrafı inceledikten sonra kalabalık otogarda zorda olsa insanların arasından çıkmayı başardım. Otogarın kapısının önüne geldiğimde taş gibi sert olan bir şeye çarpmamla kafamın acıması bir oldu. Elimi kafamın acıyan yerine koydum ve kafamı çarptığım şeye doğrulttum. Karşımdakinin bir beden olduğunu gördüğümde dona kalmıştım. Bir insan bedeni nasıl bu kadar sert bir yapıya sahip olabilir? Karşımdaki kişi sıradan birisi değildi. Askerdi, tabii ki sert bir vücuda sahip olacaktı.
Karşımdaki insanı incelediğimde daha çok yeşil renk üniformalı olan, bir asker olduğunu gördüm. Siyah kaşlarını çatmış bir şekilde, adeta beni öldürecekmiş gibi bakıyordu. Kaşlarıyla uyum içerisinde olan kahverengi gözleri adeta ateş saçıyordu. Korktuğum için daha hızlı atan kalbim göğüs kafesimi terk etmek istiyormuş gibiydi. Korkumu birazcıkta olsa dindirmek için derin derin nefes alıp verdim.
"Çok özür dilerim. Bugün biraz heyecanlı olduğum için pek dikkatli olduğum söylenemez." dedim ince ses tonuyla. Ben bir cevap beklerken o beni inceliyordu. Cevap beklediğimi anlamış olmalı ki gözleri gözlerimi buldu. Gözlerini incelemek daha da gerilmeme neden olunca gözlerimi kaçırdım.
"Önemli değil hanımefendi. Daha dikkatli olursanız sevinirim. Herkes benim gibi anlayışlı değildir." deyince içimde ona cevap verme isteği uyandı.
"En azından herkes sizin gibi öldürücü bakışlar atmıyor." dediğimde tebessüm eder gibi oldu lakin tekrar ciddi duruşunu yüzüne kondurdu.
"Ben senin yerinde olsam horoz gibi diklenmezdim küçük hanım." bu sözleri beni daha çok sinirlendirirken beni fazla küçümsediğini düşünüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACA KARANLIK
ActionAlaca'nın doktorluk sebebiyle tayini çıkar ve her şey değişir. Aslında bütün olanlar Diyarbakır'a yere adımının atmasıyla başlamıştır. Güneşin doğuşundan batışına kadar her şey sanki tekrardan bir düzene sokulmuştur. Hayatı o kadar değişmiştir ki ke...