Akşamın gelmesiyle karanlığa gömülen koca şehir, kendisini gececi gürültülere hazırlıyordu. Saat kaç olursa olsun ışıkların kapanmadığı işletmeler sabahki aydınlığı aratmıyordu. Yaşlı İzmir sokakları, birbirine karışan yeni nesil müziklerle anlaşılmaz bir melodiye boğulmuştu.
Kapısı genç-yaşlı herkese açık olan gece kulübü bu sefer her zamankinden daha da kalabalıktı. Gençliğini yaşamaya gelen her İzmirli sabaha hiçbir şey hatırlayamaz hâle gelene kadar buradan çıkmıyordu. İronik olarak bu küçük bar, her kulağa hitap eden şarkıları ve ikramlarıyla içeriden çıkan herkese bir daha gelme sözü verdiriyordu.
Duvardaki ışığı titreyen neon "Bornova Bar" tabelasına bakarken gözlerim buğulanıyordu. Tabelanın renklerini zor seçiyor, yazılarını bulanık görüyordum. Buna rağmen sanki saatlerdir burada değilmiş gibi kayıtsızlıkla kafama diktim içki dolu kadehi.
Boğazımı yakan sıvıya karşılık kaşlarım çatılsa da şu an hissettiklerimin yanında bu yanma hiçbir şeydi.
"Yavaş içsene kızım!" Bir el uzanıp önümdeki bardağı alırken elin sahibine bıkkınlıkla bakmaktan kendimi alamadım. Bu sefer de yanımdaki viski şişesine uzanacak oldum.
"Rana!" Şişe de ellerimden alınırken tahammülsüzce iç çektim..
"Beni bir sal Gökçe ya..." dedim belli belirsiz bir yorgunlukla. "İçmeye geldik buraya. Bırak da içeyim işte!"
"Evet, içmeye geldik. İçki stoklarını tüketmeye değil!"
Onu umursamadan önüme çektiğim şişeyi yeniden eline aldım. Hiçbir şey söylemeden içmeye koyuldum. Göz ucuyla masanın etrafında dikilmiş beni izleyen gözleri süzdüm. Hepsinin birden saklayamadıkları bir endişeyle bir elimdeki şişeye bir de bana baktığını görünce, iyice sıkıntıya boğuldu. Sanki içimi kaplayan bir huzursuzluk yokmuş gibi, bir de meraklı bakışlara açıklama getirmek için fazla uyuşuk hissediyordum. Anlaşılan burada da rahat edemeyecektim.
"Terasa çıkıyorum ben."
Şişeyi masaya vururcasına bırakıp arkamı döndüm. Nerede olduğunu bile hatırlayamadığım terasa doğru gidecek oldum, ama daha masadan bir adım bile uzaklaşamadan dönen başım, buna engel oldu. Düşmemek için geriye doğru sendeledim. Fakat anında kolunu saran bir el, beni mutlak bir düşüşten kurtardı.
"Demiştim o kadar içme diye."
Delicesine "dönen dünyaya" rağmen başımı kaldırıp baktığımda zar zor bir çift siyah göz seçebildim.
"Seni eve bırakalım ister misin?"
"Beni bırakmanızı istiyorum, evet." dedim anlayışsızlığına sakin kalmaya çalışarak. Kendisi gibi cesur bakan gözlerine bir umut parıltısı yerleşmişti. "Ama eve değil. Beni bana bırakın, Alp!"
Bir an dumura uğradı. "Ama dur-" İtiraz edecek olduysa bile yüzleşmek istemeyeceği delici bakışlarla karşılaşınca hemen sustu. Sarhoş hâlinden beklenmeyecek bir çeviklikle beni tutan kolundan sıyrıldım. Daha önce hiç gelmediğim bu mekânda değil terası, kapıyı bile bulabileceğimden emin değildim. Ama şu an, neresi olursa olsun buradan daha iyiydi.
Işıklandırmanın hızla değişen renkleri gözümü aldıkça başımdaki ince ağrıda kayda değer bir çoğalmaya sebep oluyordu. Barın bu kısmının o kadar da kalabalık olmamasına rağmen insanlara çarpa çarpa mekânın içinde ilerledim. Gözlerim bir kapı ararken gitgide artan müzik sesi yüzüme çarpan boğucu havaya karıştı. Nereye geldiğimi bilmiyordum, ama müziğin ritmik titreşimini her yerde hissetmeye başlamıştım.
Teras yerine bir sahnenin önüne kadar geldiğimi anlamam uzun sürmedi. Ayaklarım benim yönlendirmem olmaksızın sahneye çıkan basamakların kenarında durduğunda sahnedeki grubun çaldığı şarkıyı zihnimin her bir zerresinde duyuyor gibiydim. Kafamın içi aniden kendini fark ettiren tuhaf bir melodiyle dolmuştu. Sözlerini anlayamıyordum, orkestraya ait her ses birbirine girmişti sanki. Yine de bu karmaşanın içinde garip bir ahenk, bütün bu hengameyi dengeleyen bir şeyler vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
D'arezzo Burada Olsaydı
Teen FictionMüziğin bir araya getirdiği bir grup genç. Ve ellerindeki tek şey notalar. Bu zorlu yolculukta ya uykularından olacaklar, Ya da birinci olacaklar. Müziğin sesini açmaya hazır mısınız? --- "Notalar insanı yanıltmaz." dedi soğukkanlı bir sesle. "Kul...