Yalnız Ölmek-Can Güngör
Zıtlıklarına Hastayım-Yaşlı AmcaKeyifli okumalar 💫
Kapının önünde bir bey. Bir elinde felsefe kitapları, bir elinde küçük bir bukette çiçek, boynunda da küçük bir fotoğraf makinesi... Bakışları şairane, duruşu bestekar, aşık olunası yüz hatları, tapılası gamzeleri... Aşk buysa karşımda aşk makinesi vardı âdeta.
"Ulaş?"
"Güzelim?"
Kaşlarım havaya kalktı. Ama zevkten. Alt dudağıma dişlerimle ufak işkenceler uyguluyordum. "Güzelin ölsün sana."
Güldü tatlı tatlı. Çocuk gibi masumane bir şekilde kıkırdadı hatta. Yiyesim geliyordu benim bu çocuğu.
Kapı ağzından çekilip içeri geçmesi için elimle buyur ettim. "Buyur bey içeri." Bir ayağı söylediğim şeyle havada kaldı. Gözlerini şapşal şapşal kırptı. Başını hafif bana çevirip geri önüne döndü. İçeri doğru hızlı adımlarla yürüdü ama ben kızaran yüzünü görmüştüm. Fazla mı şebekti acaba?
Hemen ardından salona gitmedim. Kendini toparlasın istedim. Kahve için su koydum önce. Ardından o gittikten sonra yaptığım pastayı tabaklara koydum. Kahve suyu atınca hemen hazırladım. Tepsiyle içeri gittim.
Ulaş getirdiği kitapları içerideki çalışma masasına koymuştu. Fotoğraf makinesini de aynı şekilde. Çiçekleri ise her zaman aldığı diğer çiçeklerinin yanına.
Orta sehpanın üzerine bıraktım tepsiyi. Geldiğimi görünce pıtı pıtı çalışma masasının önünden ayrılıp yanıma geldi. Sehpanın üzerindeki kahveyi aldı. Bir yudum alıp sehpaya geri bıraktı ve bana döndü.
"İlk sen mi ders öğretmek istersin yoksa ben mi anlatayım?"
"Fotoğraf teknikleri vs derken onları dışarıda fotoğraf çekerken öğretmem daha doğru olur. Sen ilk dersi ver öğretmenim."
Güldü tatlı tatlı. Ulaş buğday tenli olduğu için gülerken yanakları tatlı bir pembelikle boyanıyordu adeta. Çok tatlı olduğunun farkında mıydı?
Ayağa kalkıp masanın üstüne bıraktığı felsefe kitapları alıp yanıma geldi. Bende o sırada yaptığım pastayı yiyordum. Ben yaptım diye diyordum leziz olmuştu. Ulaş'ın tabağına baktım. Tek çatal bile almamıştı. Yanıma gelince çatalımı tabağa batırıp dudaklarına doğru uzattım. İtiraz etmeden dudaklarını araladı.
Önce benim pastamı yedirdim. Kendi tabağına dokunmamıştık ama onu da yedirecektim.
"Öncelikle felsefe derin bir konu."
"Fakat Neşe bu derin bir konu, diyorsun yani?" Güldü. Çenemi okşadı hafifçe. Dozu biraz daha fazla arttırıp yanağımı sıktı.
"Aynen öyle." Kolunun altına çekti beni. Kitabı açıp felsefe'nin ortaya çıkışından belli olan gelişmeleri anlatmaya başladı. Tabii ki de yarım saatte sıkılmıştım ama o anlatırken o kadar zevk alıyordu ki bozmak istemedim. Devam ettik. Bir saat sonra sıkıldığımı anlayıp ders anlatmayı bıraktı.
Diğer tabağı aldım ve yedirmeye başladım yine. İtirazsız ve nefessiz yiyordu adeta.
"Sen neden yemiyorsun?" Ağzı tıka basa doluyken konuşmuştu ve şiş yanakları aşırı tatlı gelmişti gözüme. Yanaklarına sert bir öpücük bıraktım.
"Ben her zaman yapıp yiyorum zaten ama sen ye istiyorum." Pastayı bitirdikten sonra ağzını silecekti ki izin vermeyip ben dilimle yaladım.
"Seni evime götürmek istiyorum. Görmedin evimizi sonuçta."
"Olur ama burası da evimiz biliyorsun değil mi?"
"Biliyorum tabii."
Biraz düşündüm. Ağzımı açıp buraya taşın demek istiyordum aslında ama yanlış anlar diye diyemiyordum da. Bu nasıl işti ya? Adama deli köpek yavrusu gibi aşıktım ama utanıyordum resmen.
"Ulaş?"
"Efendim sevgilim?"
"Tatile gidelim mi?" Bir süre yüzüme baktı.
"O nereden çıktı şimdi?" Omuz silktim.
"Bilemem canım istedi bir anda. Seninle tatlı bir tatil." Sonlara doğru sesim de cesaretim de bakışlarıyla kısılmıştı. İstemiyor muydu yani? "Ama tabii seni zorla-"
"Olur gideriz. Nereye gitmek istiyorsun?" Hemen kolunun altına girdim kedi gibi. Sarıp sarmaladı. Saçlarımla oynamaya başladı yavaş yavaş.
"Bilmem ki. Ama böyle huzurlu olsun. Dağa bile çıkabiliriz biliyor musun? Şu İstanbul kalabalığından uzaklaşmak istiyorum sadece." Tatilde daha yakın olabilirdik belki ve birbirimize daha iyi alışabilirdik. Bizim sevgililiğimiz pek aceleye gelmişti ve birbirimizi hiç mi hiç tanımıyorduk neredeyse. Hem belki bu zincirlerimi kırar ve aynı evde yaşayalım diyebilirdim.
"Olur bakarız birkaç yere." Saçlarımı karıştırmaya devam ediyordu. "İstediğini seçersin sende."
"Tamam teşekkür ederim." Biraz daha saçımla oynamaya devam etti. Mayışmıştım.
"Saçlarını örmeme izin verir misin?"
Benim saçlarımı şu yaşıma kadar kimse örmemişti. Bir an donup kaldım. Yutkunup başımı salladım.
Yere inip oturdum. Saçlarımı ilk önce elleriyle taradı. Ardından yavaş yavaş küçük küçük örmeye başladı. İkimiz de bu süre içinde hiç konuşmamıştık.
Bazı yaralar kabuk bağlanmayacak şekilde darbe alırdı. Benim yaramdı saçlarım. Benim yaramdı saçlarıma dokunan eller...
Ulaş saçlarımı narin narin ördü. Bende yerde, aslında yabancı ama huzurlu ellerin dokunuşu ile uykuya daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökyüzündeki Sonsuz Neşe -Texting-
Kurzgeschichten"Ulaş," "Efendim?" "Kalbine giden yol neyden geçiyor?" "Kalbime giden yol Neşe," Yüzünden eksilmeyen tatlı gülüşüyle saçımı kulağımın arkasına attı. "Seni istemekten geçiyor."