12 Temmuz 1903Gülnihal Hanım'a havadisleri iletip haremden çıktım. Hikâye vakti gelmişti ve hanımları yalnız bırakmak en iyisi olur, lakırdıyı epey uzatırlar. Kapıları kilitleyip anahtarları cebime yerleştirdim.
Sarayın sesleri koridorun sonuna doğru iyice kesilmiş, sükûnet vuku bulmuş idi.
Şamdanları donanınca eski zaman sevdalarının.
Işıklar sönmüş şamdanların şavkı aydınlatıyordu etrafı. Adımlarımı arka kapıya doğru çevirdim. Kapının yanında gördüğüm karartı koridordaki onuncu adımım ile dışarı doğru yürümeye başlamıştı. Aynı süratle ben de peşinden ilerliyordum.
Aramızdaki mesafe azalmış üç adım ardından yürüyordum. Arka bahçedeki ağacın altındaki çardağa varmıştık. Tam sedirin yanında durmuş ve çehresini bana dönmüştü. Yüzü Ay'ın şavkı ile parıl parıl parlıyor manidar bir tebessüm ile tam gözlerimin içine bakıyordu.
Başlar ay doğarken saltanatı Sultan-ı Yegah'ın.
İşareti ile sedire oturdum o da yanımda yerini aldı.
"Hayırlı geceler Sultanım."
"Hayırlı geceler Seungmin Efendi. Anlat bakalım bugünün cümbüşü nedir?"
"Valide Sultanımız haremi teftiş ettirdiler bugün. Yarından tezi cariyeleri imtihana tâbi tutacak imiş. Epey şamata etti harem ehli lâkin bilirsiniz Aslı Sultanımızın emrine karşı çıkmaya kimsenin şecaati yoktur."
"Bilmez miyim? Validem çok kararlı biridir."
"Elbet en iyi siz bilirsiniz Sultanım, benimki içi boş lakırdı."
"Seungmin bunu halletmiştik. Minho yeterli."
"Siz nasıl buyurursanız Minho."
"Söyle bakalım harem ağası bu gece ne yapalım istersin?"
"Sizin hikâyelerinize hasret kaldım Minho. Var mıdır bu güzel mehtaba yakışacak bir öykünüz?"
"Olmaz mı? Elbet var azizim. Bu altında oturduğumuz ağacın hikâyesini bilir misin?"
"Bilmem, zat-ı şahanelerinizden dinlemek isterim."
"Bu altında oturduğumuz ağaç huş ağacıdır. Baharda çiçeklenir, cıvıl cıvıl yeşillenir. Şifalıdır, kötü ruhları ve lanetleri kovmasıyla bilinir. Kâbusları, uğursuzlukları def eder.
Takvimi neme lazım bi' vakit öte bir diyarda ulu bir huş varmış. Öyle görkemli öyle şifalıymış ki etrafı bi' dolu mahlûkat ile dolar taşarmış. Lâkin insan namına bir nefes dahi yokmuş.
Bir de bu diyara yakın koca bi' kale varmış. Çepeçevre upuzun güçlü mü güçlü surları olan bir kale. Yalnızca 'onlar'ın girebildiği dev bir kapı. Bu kapalı kapılar, yıkılmaz surlar içinde çarpan minik bir yürek varmış. Kral'ın biricik oğlu.
Herkes üzerine titrer aman başına bir şey gelmesin diye etrafında pervane olurmuş. Lâkin yazı bu ya bir gün bu oğlan ateşli bir nöbete tutulmuş. Kral diyarın dört bir yanından ne hekimler ne şifacılar getirdiyse de derman bulamamışlar oğlana.
Çenesi zangır zangır titriyor, dişlerini kenetliyor, gözlerini açılmayasıca yumuyormuş. Anasının mecali, akıtacak yaşı kalmamış. Kral da perişan haldeymiş.
Gün doğmuş, Ay çıkmış, günler birbirini kovalamış...
Bir gün seher vakti açmış gözlerini oğlan bir ses duymuş. Kafasını camdan tarafa çevirmiş bir de ne görsün güzel mi güzel bir kuş.