jaehyun sırıtıyordu, bir yandan da kollarını açmış bir şekilde mark'ın ona yapacağı hamleleri bekliyordu. çok cesur bir hareketti ama yeri miydi emin değildim. çünkü etrafta bol keseden insan vardı, ve polis işine bulaşılabilirdi. bu yüzden mark'ın risk almak isteyeceğini sanmıyordum.
sessizlik hiçbir şekilde bozulmamıştı. mark'ın soluma sesleri benim kulağıma kadar geliyordu ve fazla sinirli olduğuna kalıbımı basardım. jaehyun'un yakasını daha çok sıkarken araya giren kişiler yüzünden ayırmak zorunda kalmıştı elini. jaehyun'un akıllanmadığı dakikalardan birinde dahayız, kamera şakası falan yapılıyor olmalıydı?
"devam etsene mark lee, utanma saldır bana! kaç senedir bu anı bekliyorsun sonuçta. değil mi?" burnundan soluyan mark zaten kendini zor tutuyordu, bu gazlamalar yüzünden birazdan dalacaktı jaehyun'a.
"seninle uğraşacak kadar zamanım yok, orospu çocuğu. ailemle uğraştığın yetmedi şimdi de benim başarılarımı elimden mi alıyorsun? büyü artık jaehyun. gerçekten büyü yoksa ben seni büyütmesini iyi bilirim." son nefeslerini verdiği gibi kravatını gevşetti sertçe. ardından arabasına ilerleyip bindi. kapının sertçe kapanması etraftaki herkesi ürpertmişti. gaza bastığı gibi tekerleklerinden duman çıkmış ve gitmişti.
insanların bu şoku atlatabilmek ve kendilerine gelebilmek için bir süre çabalamaları gerekiyordu, ben de dahil.
ben mi şanssız bir varlıktım yoksa insanlarda mı bir sorun vardı anlamak zordu benim için. jeno'nun kolumdan tutup beni sürüklemeye başladığını bile yeni fark etmiştim. zor bir gece olacak gibiydi.
"jaehyun'un bunu yaptığına cidden inanamıyorum, hiç mi akıllanmaz bir insan ya? hayır anlayamıyorum..."
her kafadan bir ses çıktığından dolayı jeno'ya döndüm. neden bu kadar sinirli görünüyordu?
"jeno.." kolumu o kadar sıkı tutuyordu ki canım acımaya başlamıştı. "JENO!" ikinci seslenişimde elini gevşetip durmuştu, zahmet oldu? zaten kalabalıktan uzaklaşmıştık. jeno'nun arabasının yanında duruyorduk.
"özür dilerim dalmışım," kolumu bıraktığı gibi arabaya dayanarak cebindeki sigaralardan çıkardı. çakmağıyla yaktığı gibi bir nefes alıp benim tersime gelen tarafa doğru üfledi. dumanın havaya karışmasını izleyen ben ise sessiz bir şekilde ona bakıyordum sadece.
"jaehyun, babamın evlendiği ikinci kadının oğlu, en büyük üvey abim." ikinci nefesini çekti ve yere bakarak konuşmaya devam etti. "beni hiç sevmezdi, hep kavga ederdik. ev ortamının dışında birbirimizi hiç tanımamış gibi davranacağımıza yemin etmiştik. tek temennimiz, annemizi üzmemekti. ama ailenin neredeyse, babam harici, hepsi benden nefret ediyordu. bu yüzden yakınlarıma ve tanıdıklarıma bulaşma gibi bir koz geçti eline. kırıcı davranışları vardı, kavga etmeye bayılırdı; hoşlandığım çocukla bile çıkmıştı sırf canımı yakmak için. anlayacağın, bizimle uğraşmaktan zevk alıyor. seneler önce Amerika'ya gittiğini duymuştuk hepimiz. ama sanırım gitmek yerine saklanmayı tercih etmiş."
üçüncü nefesini uzun uzun çekti, hoşlandığı çocuğun renjun olduğu detayını biliyordum sadece. ama babasının birkaç defa evlilik yaptığını asla bilmiyordum.
"renjun ile gerçekten çıktı mı?.." başını salladı. yüzünde acı bir gülümseme oluşurken sigara izmaritini inceledi. "onu kullandı."
"renjun'in şu anki depresyonu jaehyun yüzünden. duygularıyla oynayarak onu manipüle etti ve tüm çevresinden uzaklaştırdı. ben dahil. renjun çıktıkları süreç boyunca tamamen çöküntü dönemine girdi. okula gelirken, yolda kustuğunu ve başının döndüğünü söyleyerek revire gider sayamadığım kadar ilaç alırdı ve jaehyun da başında beklerdi. o zamanları hatırladıkça kalbim parçalanıyor. çünkü renjun'in ellerimden kayıp gittiğini fark ettikçe ben de kayboluyordum." son nefesini de çektiği gibi izmaritini yere attı ve ayakkabısının ucuyla ezdi.
"peki renjun şu an ne yapıyor?" bana bakarak sırıttı, saçlarımı karıştırıp ön kapıyı açtı ve üstüne kolunu koyarak bana bakmaya başladı. "benim yan binamda mışıl mışıl uyuyor, tahminimce..." saatine baktı.
"yaklaşık 3 saat önce yattı." bu lafı beni gülümsetmişti. saf sevgi dendiği anda aklıma hep jeno geliyordu zaten. bu yüzden çok irdelemeden arabanın yan tarafına geçip sürücü koltuğunun yanına oturdum. yolda gelirken aldığımız içeceklerden kendiminkini içmek için elime aldığım gibi arabayı sürmeye başlayan jeno girdiğimiz alandan çıkmıştı.
"radyoyu açabilirsin istersen." bunu ben sormadığım hâlde söylemesine gülümsedikten sonra radyonun düğmesine basıp hep dinlediğimiz kanalı bulmuştum. favori şarkılarımdan birinin çaldığını duyduğum gibi sesi biraz arttırıp gecenin 3'ünde bangır bangır Into It dinlemek amacıyla arkama yaslandım. gözlerimi sıkıca kapatıp şarkıya kulak verdim.
I've been on the road since I was sixteen
they don't really notice I how I see things
these girls they come and go between my bedsheetsşarkıya eşlik ederken uyuyakalmıştım muhtemelen, çünkü kolumu dürtükleyen jeno'yu 5 saniye önce fark edip yerimde zıplamıştım. eve geldiğimizi anladığım gibi etrafıma yorgun bir şekilde bakındım.
"ne çok uyudun öyle, 10 dakikadır seni uyandırmaya çalışıyorum!" saf sevgi demiştim değil mi size? sadece hoşlandığı insan evlatlarınaydı bu sevgi. bize gelince 360° dönüyordu aslan kılıklı.
"ne olurdu sanki taşısan beni eve kadar?! insafsız mısın herif? anahtarın yerini de biliyorsun!" gözlerini devirirken üzerime doğru eğilip kapımı açtı. şaka mı yapıyordu?
"sevdiceğimi taşımayan kollar başka kimseyi taşıyamaz, haydi naş naş! bağırma bir daha bana." eliyle kapıyı işaret ettiğinde içeceğimi hüpletip çöpünü bıraktım ve arabadan indim. kapıyı kapattığımda elimi salladım. onun da bana salladığını görünce koşarak eve girdim. TANRIM ARTIK UYUYABİLİR MİYDİM? çok yorgunum!
eve girdiğimde ilk işim yukarı çıkıp üstümü değiştirmek, sıcacık yumuşacık ve tüylü pijamalarımı giymek olmuştu. yorganımı açtığım ve girdiğim anda uyuyakalmam da bir olmuştu tabii.
ikinci defa uyandığımda saate baktım, öğlen 1? ne? bu kadar uyumam normal değildi benim. ki bu kadar da yorulamazdım diye düşünüyordum.
sabah 8-9 gibi gelen bir mesaj vardı, bakıp bakmamak arasında gidip gelirken baksam ne olacak diye düşünmüştüm. bildirime tıklayıp şifreyi girdim. açılan ekranda yazan şeyleri okurken kaşlarım çatılmıştı.
bilinmeyen numara: hey selam, özledin mi beni? ;)
kimi özledim mi? ben mi? ben kimseyle konuşmadım! lee jeno'nun işlerinden birine mi bulaştık yine? sormak için jeno'nun numarasını bulup mesaj atmıştım.
donghyuck: sen yine ne halt yedin aptal?
*ss*
bu kim?mong kafalı lee: şey...
ben bir halt yedim evet ama,
senin iyiliğin için yedim gerçekten!
bir şeyler iyi gidebilir en azından
o yönden düşün ha?donghyuck: lee jeno,
bu kim dedim sana.
son defa soruyorum ve
cevap vermezsen kendim
öğrenmek zorunda kalacağım.mong kafalı lee: mark.
*mong kafalı lee çevrimdışı*
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the car race, markhyuck
Fanfiction"geçmişimize doğru bir tur atmaya var mısın, kanadalı?" -mark lee & lee donghyuck •rewrite