1522| SAFEVİ HANLIĞI
ŞAHLIK SARAYI
"Zerya da bunu giysin. Bu renk ona çok yakışacaktır. Etek ucuyla yine de bir ölçüm daha yapılsın ama."
"Siz merak etmeyin Şahbanu'm. Lakin bu Şahbige Deran için hazırlanmıştı. Yanlız boy hatları uymaz diyemeyiz. Şahbige Zerya daha zayıf, daha uzun boylu ve daha iri göğüslüdür. Epey uğraştıracak o halde bizi bu elbise. En iyisi Şahbigemiz'in ölçülerine uygun bir elbise dikilsin. Aynı kumaştan."
Elini uzattığı kadife kumaştan yavaşça geri çekilip başını ağır ağır kaldırıp baş nedimesine baktı Şahbanu. Gözleri kendisine dönen nedimesi olan Nimah kalfa ise hanımının bakışlarından susması gerektiğini anladı, sahi yine ne kadar da çok konuşmuştu.
"Herşeyde bir fikrin olmasın Nimah kalfa. İçinde de olmasın, sonra dışa vuruyorsun. Yıllardır anlatamadım şunu sana."
Hafifçe nedimesini azarlarken önündeki diğer elbise ve kumaşlara bakıyordu. Lacivert, koyu mavi lakin kızgın denizi andıran bir elbiseye benzettiği elbiseyi parmağıyla gösterdiğinde Sebile getirdi ona elbiseyi. Uzunca bir süre elinde evirip çeviren Şahbanu, onu da önünde hazır ol'da bekleyen Lale hatun'a verdi.
"Bu da küçük Şahbige'm Daria için olsun."
Elbiseyi verip bir anlığına durup düşündü, elbiselerden en asil duranını en büyük bekâr kızı Zerya için, lacivert, içinde bürünen kişiyi son derece sevimli ve ağır başlı gösterecek elbiseyi ise henüz 12 yaşındaki bir diğer kızı Daria için seçmişti.
"Beni yanlız bırakır mısınız? Kapıda olun çağıracağım."
Tek kaldığında camın hemen önündeki sedire ativerdi kendini. Camdan dışarıyı, sarayın bahçesini izledi sakin ve tepkisizce. İlk oğlu Nihad'ın o bahçede henüz dört yaşındayken dedesinin yardımıyla ilk okunu attığı, ikinci oğlu Şahad Mirza'nın dedesi öldüğünde aynı yerde kendini yere atıp "dedem bana ok atmayı öğretmeden öldü! Abime öğrettiyse bana da öğretseydi!" Diye kıskançlıkla ağlamalarını, üçüncü oğlu Rüstem Mirza'nın aynı bahçede bir hainden gelen okla vurulması ve kollarında çırpınmasını, ve son oğlunun o bahçedeki havuzda boğulmasının ardından bahçedeki tüm havuzların kapatılmasını hatırladı. Sahi, o bahçede ne çok anısı vardı, yanlız sadece oğullarıyla...
Sonra durup düşündü, kızlarıyla ilgili hiçbir güzel anı biriktirememişti, hayatı boyunca kendini oğulları üzerine adayarak kızlarına her daim ağabeyleri ve erkek kardeşlerine fedakarlık etmeleri, ve onlara itaat edip canları pahasına korumalarını öğütleyip durmuştu. Lakin bu öğütler ve kardeşlik yanlızca kendi doğurduğu çocuklar arasında olmalıydı, rakibinin sahip olduğu bir köpeğe bile değer verilmemeliydi ona göre.
Kızları hakkında düşünürken yıllardır olmadığı gibi şimdi de pişmanlık duymamıştı. Yine aynı şeyleri düşünmüş, kızların istikbalinin erkeklerin ayaklarının altında sarsılmaz kırmızı bir halı, yıkılmaz bir taht ve düşmez bir taç için onlardan daha iyi kurulmasını, lakin kurulurken de saadetleri'nin olup olmamasının önemli olmadığını kendine hatırlatmıştı. Neticede ona göre kurban ne olursa olsun oğulları mutlu ve huzurlu olmalıydı.
Kapısı usulca üç defa çalınınca gel komutuyla içeriye davet etti. Gelen kapı önünde bekleyen Nimah'dan başkası değildi. Rengi benzi atmış kalfa sıkılarak Şahbanu'ya bakıyordu.
"Ne oluyor Nimah? Rengin benzin atmış. Oğullarıma mı birşey oldu yoksa?"
Kendi kurduğu cümleyle dizlerinin bağı çözülürken ve kalbî hızla atmaya başlarken kalfa onu rahatlatmak istercesine sesi ve tepkisi değişmeden karşılık verdi.