"Ceren!"
Dean giriş salonunda haykırarak eşine seslendi. Hizmetçi kadının ilk başta şaka yaptığını, bunun bir oyun olduğunu düşünse de ev gerçekten uğursuz bir sessizliğe bürünmüştü. Kadın onu sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Sakin olun beyefendi! Isabella hanımı rahatsız edeceksiniz. Hem burada Ceren diye birisi yok."
"Ne demek yok! Dalga mı geçiyorsun benimle?"
Kadının omuzlarından tutup sertçe sarstı. Normalde karıncaya bile zarar vermezdi ama söz konusu Ceren olunca gözü kimseyi görmezdi. Kızın korkudan titrediğini fark edince acıyıp rahat bıraktı ama siniri geçmedi. Merdivenleri hızla çıkarak birinci katın koridoruna geldi.
"Ceren!" Ses yoktu. "Ceren!"
O sırada evin diğer hizmetçileri çıkan gürültüyü duymuş, telaşlanarak kontrole gelmişti. Yaşlı bir erkek uşak Dean'ın kolundan tuttu, hemen arkasındaki balık etli kadın korkudan buz kesilmişti.
"Yardımcı olabilir miyim beyefendi?"
"Ceren nerede?"
"Ceren de kim?"
Dean sinirden gülerek yaşlı adamı ittirdi ve hemen solundaki odanın kapısını zorlayarak içeriye göz attı, boştu. Eşinin ismini haykırarak diğer odaları da kontrol ederken, hizmetçilerin arkasından koşturmasına veya uyarılarına aldırmadı. Kalbi korkudan güm güm atıyor, yüzü korkudan karanlığın en acı tonunu taşıyordu. Odaları tek tek kontrol ediyor, boş olduğunu fark edince hayal kırıklığına uğruyor ve yüreğindeki gittikçe yangın büyüyordu. Ceren'i üçüncü kez çaldırdı, yolda da çaldırmıştı ama cevap alamamıştı. Telefon çalarken birinci kattaki son odaya baktı. Ne oda doluydu ne de telefon açılmıştı. Hayal kırıklığına uğrayarak arkasında biriken hizmetçileri ittirdi ve ikinci kata çıktı.
"Ceren!"
İkinci kat da boştu. Bu sırada hizmetçilerin çoğu çıkan gürültü nedeniyle birikmiş, sürü gibi Dean'ı takip ederek mırıldanıyorlardı. Çoğunun olaydan haberi yoktu ya da hep birlikte anlaşmışlar, Ceren'i hiç görmediklerine dair rol yapıyorlardı. İki ihtimalde birbirinden korkunçtu. Dean eşinin ismini haykırarak ikinci katın da kontrolünü bitirdi. En son kata çıkmaya hazırlanıyordu ki yaşlı uşak kolundan tekrar yakaladı.
"Rahatsızlık veriyorsunuz efendim, çıkmanızı rica ederim."
Dean beyaz saçlı adamın yakasından tutup duvara çarptı. Adamın endişeli bakışları veya arkasında birikmiş hizmetçi kızların mırıldanmaları zerre umurunda değildi. Kalp atışları o kadar hızlıydı, o kadar korku hâlindeydi ki başkasını düşünecek hâli yoktu. Şu an tek istediği Ceren'i görmek, bunun planlanmış bir şaka olduğunu duymak, onun mis kokulu tenini hissederek sarılmaktı. Bunun için sol böbreğini verirdi.
"Sabah kahvaltıdaki kadın," dedi nefes nefese. "Dün akşam yemek getirdiğiniz kadın. Hani burada kalmıştık. Cevap ver!"
"Dün akşam burada kimse kalmadı, Gresson ailesi de tatile çıktı."
Dean adamı ittirip tekrar duvara çarptı ve bıraktı. Değil hizmetçilerin, yeryüzündeki hiçbir insanın şu an gücü ona yetmezdi. Ceren'i kaybetme düşüncesiyle o kadar korkmuştu ki, karşısına yetişkin bir aslan çıksa tek vuruşta kalbini sökerdi.
"Ceren!" diye bağırdı tekrar çaresizce, üçüncü katın koridoruna yeni çıkmıştı. Girdiği ilk oda Isabella'nın odasıydı. Yatağında yatan kız korkuyla kalktı, üzerinde çok açık siyah bir elbise vardı. Kız utanarak battaniyeyi üzerine çekerken, hizmetçilerden yaşlı bir kadın sinirlenerek bağırdı.
"Bu kadarı da fazla ama! Hanımefendiyi rahatsız etme hakkınız yok! Hemen çıkmazsanız polis çağıracağım."
Ama Dean kadına aldırmadı, aldıramazdı da. Bir umut yerini söyler diye kıza yaklaştı, olabildiğince sakince davranmaya çalışsa da başaramadı, kızı korkutmuştu.
"Ceren nerede?"
"Beyefendi?"
"Kes sesini adam!" Tekrar Bella'ya döndü, gözleri üzüntüyle karışık bir sinirle kızarırken kızın bileğini sıktı. "Ceren nerede Bella? Cevap ver, şaka olduğunu söyle! Nerede o?"
Isabella korkuyla bileğini çekti. Kızın gözlerinden neler döndüğünü bilmediği anlaşılıyordu ya da bu işin bir parçasıydı. Zaten dilini yutmuş gibi konuşmayan birisinden cevap beklemek anlamsızdı. Kız korkuyla yatakta büzüldü, ürkek bir tavşan gibi gözleri doldu ve sessizce kıpırdandı. Dean biraz daha ısrar etti, sonra kızdan bir şey çıkmayacağını anlayınca hışımla odayı terk etti.
Ceren gerçekten de malikanede yoktu, bulacağını da düşünmüyordu. O yüzden aklına gelen ilk fikri uygulamaya koydu. Parmakları titreyerek pederi aradı, merdivenleri hızla indi ve giriş salonuna, oradan da bahçeye çıktı fakat George da Ceren gibi telefona cevap vermiyordu. En azından Ceren'in telefonu çalıyordu ama George meşgul çalmıştı. En iyi ihtimalle şarjı bitmiştir diye düşündü.
Bahçeye çıktı, kapıda birikmiş ve muhtemelen onunla dalga geçen hizmetçilere aldırmadan malikanenin çevresinde de birkaç tur koşturdu. "Ceren!" diye bağırıyor, her yere (mezarlığa bile) bakıyor, bulamadığı her geçen saniye eriyip gidiyordu. Bu sırada henüz akşam olmamasına rağmen hava iyice bozmuş, gök gürültüsü sesleri yükselirken kara bulutlar gökyüzünü ve ötesini kaplamıştı. Ümitsizliğe kapılarak malikaneden uzaklaştı ve o korkuyla aklına gelen ilk şeyi yaptı. George'dan yardım istemek. Aracına atladı, yola girdi ve yardım çağırmak için George'un evine doğru sürdü.
Nefes alamıyordu. Nasıl alabilirdi ki? Bu korkunç yaratıklara sevdiğini kendi elleriyle emanet etmiş, bir iki saat arkadaşına uğramak için canını tehlikeye atmış, onu korumak için ettiği yeminleri bozmuştu. Bu kasabaya geldiği için de onu yalnız bıraktığı için de suçlu hissetti. Kalbi sıkışıyor, kadranın kaç gösterdiğine aldırmadan gaza daha sert basıyor ve nefes alışverişleri göğsünü parçalarken canı hiç olmadığı kadar yanıyordu. Sonunda, sonsuz gibi gelen uzun bir zamandan sonra pederin evine geldi. Aracı yarım yamalak park etti ve aceleyle çıktı.
Dean'ın ayakları, vücudu, her yeri titriyordu. Vücudunda dolaşan soğuk ürperti ruhunu yakarken, etrafını saran bir grup insanı yeni fark etti.
Kan Kırmızısı elbiselere bürünmüş garip tiplerdi. Elbiseye ve yüzlerini gizlemek için kullandıkları kemikten koyun maskelerine bakılırsa karanlık bir tarikatın üyeleriydi. Dean'ın geçmesini engelleyecek şekilde etrafını sardılar. O an kaç kişi olduklarını sayamadı ama kızlı erkekli en az iki düzine üye vardı. Neyse ki o an George evden çıktı, kapıyı arkasından kilitledi ve arkasını döndüğü anda karşılaştığı manzara karşısında dondu.
"George," dedi Dean boğuk bir sesle yardım isteyerek.
George güldü ve tarikatın arasına girip elini Dean'ın omzuna koydu. "Kasabaya hoş geldin Dean."
Ve suratına sert bir yumruk atıp onu bayıltırken, uzaklardan ilk yağmur damlası yüzüne düştü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık
FantasíaYazar Dean Salvatore, siyah arazi aracını pompacıya (ve sağ koltuktaki eşine) emanet edip indi. Üç saattir araba kullanıyordu ve biraz ayaklarının açılması fena olmazdı. Serin rüzgâr hafifçe tenini okşarken, ağaçlardan gelen huzur dolu kokuyu içine...