Akşam demlenirken ağır ağır ve çiçekler hazırlanırken uykusuna, ağaçlar birkaç yaprak hediye etti rüzgâra. Birden bir kuş geldi, kondu penceremin pervazına. Ben de çocukça bir heyecanla ayaklandım. Ufacık minicik bir serçeydi pencereme konan. Daha yakından bakmak istedim. Yavaş yavaş ilerliyordum ki ayağımın takılmasıyla sendeledim. Ne yazık! Çıkardığım gürültü korkutmuştu kuşu. Bende pencerenin pervazına yaslanıp giden kuşun ardından seyrettim bir süre. Sonra az ilerideki çocuk parkında koşuşturan çocukları, birbirine diş bileyen kedi ve köpekleri, köşesinde uyuklayan dilenciyi…İçeri döneceğim esnada fark ettim onu. Öylece kalakaldım. Muazzamdı. Başka bir sözcük geçmedi aklımdan. Şaşkındım. El yordamıyla altıma bir sandalye çektim oturdum. Aldığım nefese, damarlarımda dolaşıp duran kana, şu göğsümün içinde pıt pıt diye atan kalbime bir mana bulmuştum. Evrenin sırrına erişmiş gibi bir bilgelik sardı benliğimi. Kırk dervişin aldığı yolu ben bir anda almıştım. Yaşlanmış, ölmüş hatta yeniden doğmuştum. Tam şu anda penceremin arkasında, on-on beş adım ötesinde tanrıya rastladım ben.
Bir kadın, bembeyaz, zambak goncası gibi tazecik. Kendi kendine karşı binanın balkonunda kitap okuyor. Ben de bir şiiri okur gibi kadını okuyorum. Şarap kızılı saçları var kadının. Baktıkça sarhoş eden. Küçük hafif kemerli burnu, kuş lokumu kadar ağzı var. Gözlerine değdi gözlerim. Aynı bir tilkinin gözleriydi gözleri ve gözlerimden içime içime aktı gözleri. Yanaklarıyla burnunu süsleyen alnına tırmanan çilleri, ressamın imzası bir fırça darbesi. İnce bilekleri, uzun parmakları… Her şeyiyle bir kadın zarafeti.
Bu kadın, bu bakışlar, bu zarif vücut, bu muazzam şaheser tanrının varlığının kanıtı olmalıydı. Hani gün batımı gerçekleştiğinde, güneş kaybolduktan sonra on yedi dakikalık müthiş bir kızıllık bürür ya etrafı, öyle bir anda öyle bir anı sonsuz kılacak bir hanımefendi hem de karşı binamda. Ne büyük bir şans ne büyük bir lütuf.
Kendimi onu izlemekten alıkoyamadım bir türlü. O ise çoktan okuduğu kitabın içine akmıştı. Burada değildi. Beni göremezdi. Fırsat bilip bende her şeyiyle beynime kazıyordum kadını. Kitabı tutuşunu, koltuğa yaslanışını, yüzünde oluşturduğu ifadelerle, balkonundaki çiçekleriyle, kucağında uyuklayan kedisiyle beraber.
Gözlerimi ayırmadan bir sigara yaktım usulca. İçtiğim sigara da değil bu kadındı sanki. Sigarayla birlikte nefes nefes çektim kadını. Zehir gibi akıttım içime. Sigaram bittiğinde geriye kırmızı bir tat bıraktı ağızımda. Mayhoş bir yaz meyvesi gibi. Kadın da kitabını bitirdi o arada. Kedisini kucakladı, ayağa kalktı ve bana baktı. Ayağa kalktım. Bir kuştan bir kadına geçen heyecanım kadını da korkutmuştu anlaşılan. İçeri girdi. Gözlerini ayırmadan perdesini düzgünce örttü. Ben de dünyama döndüm. Hava kararmış, çocuklar evlerine gitmiş, kedi ve köpeklerin kavgası son bulmuş, dilenci ise çoktan çekip gitmiş.
Avuçlarıma aldım yüreğimi, büktüm boynumu, bekledim gelmeyişini...