1935
Kalabalık tek bir yöne çevrilmiş, memnuniyetsiz mırıltılar ile konuşma yapan adamı izliyordu. Herkeste kötü bir atmosfer hakimdi, konuşmak isteyenler susuyordu. Konuşamazlardı. Kürsüdeki adamın sözleri asla doğru gelmese de hepimiz orada onu dinliyor, silahlar bize çevrildiğinde korkuyla sevinç nidaları atıyorduk.
''Japon hükümdarlığı burayı, Joseon'u yıllar içinde daha da gelişmiş bir hale getirdi! Yozlaşmış eski yönetimi Joseon hükümdarlarından almak ve halkı korumak bizim görevimizdi!''
Japonlar ıslık ve alkış eşliğinde sevinç nidaları atarken, köşeye zorla dizilmiş olan halkım namluları üzerimize çevrili silahların korkusu ile eşlik etmeye çalıştı. Korku herkesi esir almıştı. Sevinç nidalarımızın altına gizlenen buhran pek çok şey anlatıyordu. Köşede duran amca birkaç gün önce yerle bir edilmiş tezgahının nefreti ile bakıyordu bu askere, biraz ötemdeki kadın dayak yiyerek öldürülmüş eşinin acısıyla bakıyordu. İçimdeki çocuk ise ailesini, her şeyini kaybetmiş olmanın nefreti ve hırsı ile izliyordu bu adamı.
Hepimizin acıları farklıydı ve bizi birleştiren tek bir şey vardı; hepimiz kendi ülkesinde katledilen insanlardık. Kimimizin hayatı, kimimizin çocukluğu, kimimizin hayalleri, ailesi katledilmişti. ''yaşayabilecek miyiz?'' korkusu ile bu günü atlatmaya çalışan kişiler olmuştuk.
Ancak bu adama hak vermek zorundaydık. Yoksa kendi ülkemizde topraklarımızdan, okullarımızdan, yaşama hakkımızdan olduğumuz gibi bir de hayatımızdan olacaktık. Kalabalığı esir alan korku sahte gülümsemelerimizin önüne geçtikçe namlular üzerimize yaklaşıyor, yaklaştıkça korkumuz kalbimizin derinliklerine daha da batıyordu.
''Hyeonmu denen kimliği belirsiz, iki kişi olduğunu düşündüğümüz isyancılar; refah ve barış içinde yaşayan halkımızı, imparatorluğumuzun gücünü, ülke imajımızı yerle bir etmek adına eylemler yapmakta! Fakat herkesin sakinliğini istiyoruz! Bu günden itibaren bilinmeli ki, bu terörist hakkında konuşan, destekleyen, adını kullanan herkes idam cezası ile karşılaşacak!''
Zavallı kalabalığın sessizliğini korku dolu mırıltılar bozmuştu. Şaşkınlıktan irice açılmış gözlerim ile yanımdaki adama döndüm, aynı şekilde bana bakıyordu. Bu kadar ileri gitmelerine gerek var mıydı? Sözünü bitiren asker ile bütün kalabalık mırıltılarına devam ederek dağılırken şaşkınlığım ve sinirimi gizleyemeden kürsüde konuşan askere bakmaya devam ettim.
Henüz 8 yaşındayken ülkemdeki pek çok çocuk ile aynı berbat kaderi yaşamıştım, ailem katledilmişti ve o zamanlar yanımda olan Jungkook sayesinde yaşayabilmiştim, sanki o da sadece 12 yaşında değilmiş gibi büyütmüştü beni. Bir gün işgal edilen kasabamıza döneceğimiz ve oradaki askerlerden ailelerimizin intikamını alacağımızı söylerdik birbirimize. O zamanki küçük çocuğun nefreti her geçen gün büyüdü, bir ateş topu gibi yuvarlandıkça katlandı ve şimdi her an patlamak üzere benimle birlikteydi. Kook burada olsa ve bunu görse bana uzun bir ''Hayatını tehlikeye atmaya değer mi?'' nutku çeker, kapımızın önündeki süpürgemiz ile popoma vurmak için kovalardı beni. Fakat artık o benim yanımda değildi ve ben Japon askerlerine meydan okuyup, ardından karşılarında tir tir titreyen 13 yaşındaki velet değildim.
Hatıralarım, gözlerimi karşımdaki adamdan çekmeme izin vermezken dikkatini çekmiş olacak ki o da bana bakmaya başlamıştı, benim aksime alaycı bir ifade ile bakıyordu. Tabii, ikinci sınıf bir insanın ona bu şekilde bakması komik olmalıydı.. ''Tae! Kes şunu, dikkatlerini çekiyorsun. Hemen gidelim.'' Yoongi kolunu omzuma atıp beni aksi yöne çevirirken endişeyle arkasına baktı. Bir süredir Japon askerlerinin dikkatini çok çekmiş olacaktık ki sürekli bizi takip ediyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fates'Feud ||TaeKook
Historical Fiction''Lütfen asker, eğer beni öldüreceksen bunu yüzüme bakmadan yap.'' Kanlar akan boynumdaki hançer biraz bile acı vermezken, her bastırışında kalbim biraz daha eziliyor, durmak üzere yavaşlıyordu sanki. Hırs bürümüş gözlerinin içine baktım. Biraz bile...