Esila'dan:
Gözlerime inanamıyordum. Bunu nasıl yapmıştı? Hayat bana maraş dondurmacısının küçük bir çocuğa oynadığı oyunu oynuyordu. Tamam, belki yersiz ve saçma bir örnekti ama tam anlamıyla böyleydi. Hepsini ödetecektim. Annemin mektupta bahsettiği adam Nejat abiydi.
Ona birnevi cehennemi tanıtacak, fragmanını uygulayacaktım.
Peki ya Rüzgar? Rüzgar'la beraber büyümüştük, oldukça samimiydik ve onu çok iyi tanıyordum fakat arkadaşım da değildi, sevgilim de. Ama 'hiçbir şeyim' de değildi. O benim için çok önemliydi. Acaba Rüzgar babasını üzen bir kıza değer verebilir miydi? Tabi ki vermezdi. Neler saçmalıyordum ben? Rüzgar nereden çıkmıştı şimdi? Düşünmem gereken en son şeydi Rüzgar. Tamam en son değildi ama, şimdi de değildi işte.
Mektubu küçük bir parça boyutuna gelecek şekilde katladım ve cebime sıkıştırdım. Orada bırakacak değildim. Ses çıkarmamaya özen göstererek odama geçerken zaten evde kimsenin olmadığını fark ettim. Tanrım aklımı kaybediyordum. Sonunda odama ulaştığımda bir kez daha merdivenlere lanet okudum. Neden 3 katlı ev alınır ki? Odaların yarısı kullanmıyorduk bile. Ne olurdu küçük, şirin bir evimiz olsaydı?
Mektubu saklayacak yer bulmalıydım. İç çamaşırlarımı koyduğum çekmecede kimse bulamazdı onu. Dur biraz, Sema teyze toz alırken o mektubu görünce dayanamaz açar okurdu. Nereye koyacaktım? Odada göz gezdirdim ve kullanmadığım bir gözlük dikkatimi çekti. Bu güneş gözlüğünün kabına gözlükle beraber koyabilirdim. Burada kimse bulamazdı onu. Hadi ama dalga geçmeyin herkesin vardır özel eşyalarını sakladığı saçma sapan yerler. En azından çoğunuzun.
Sadece sakladıklarınızın büyüdükçe sizden saklanması garip. Örneğin içki. Küçükken ben babamdan saklardım. İçkinin tadını dahi bilmezdim. Şimdi o benden saklıyor ve nedeni içkiyi ezbere bilmesi.
Sürekli düşüncelere dalıyordum. Yalnızlık böyle birşey olsa gerek. Kendi kendime sohbet ediyordum. Fark ettim de dünyanın en mükemmel arkadaşı bendim.
İçimden bir ses daha sonra da ego kasabileceğimi ve şu an düşünmem gereken şeyler olduğunu söyledi. Bir zamanlar babamdan farkı olmayan, canımdan çok sevdiğim fakat bana ve babama ihanet eden Nejat abinin canını nasıl yakabilirdim? Elbette oda beni kızı olarak görüyordu. Öz evladı gibi gördüğü kızın kötü arkadaşlar edindiğini, ondan uzaklaştığını ve kafayı yediğini görmek onun canını yakabilirdi. Böyle başlayacaktım işe. Belki sırf Nejat abinin canını yakmak için kötü arkadaşlar edinmek benim için pek iyi olmazdı. Kötü kişilerle arkadaş olmayacaktım. İyi insanları kötü gibi gösterecektim. Ama nasıl? Ve ya kimi? Nejat abi bütün arkadaşlarımı tanırdı. Okulların açılmasına sadece iki hafta kalmıştı ve de bu benim işime yarayabilirdi. Ben, Esila Parlak, isteyipte yapamayacağım hiçbir şey yoktu.
"Esila! Beni duymuyor musun?" sesiyle irkildim. Camdan baktığımda Rüzgar koridorda uzun saçlı erkek öğrenci arayan müdür yardımcısı gibi bana bakıyordu.
Rüzgar Doruk. Okulun popüler ve yakışıklı çocuğu. Dışarıdan bakınca içine kapanık, konuşmayı sevmeyen bir tip olarak görünse de bir araya geldiğimizde onu susturmak matematiği anlamaktan daha zor olabilirdi. Yani bana göre zor olabilirdi çünkü matematiği gerçekten çok iyiydi. O matematiği anlarken, ben onun matematiği nasıl anladığını dahi anlayamıyordum. Tanıdığım en iyi basketbolcuydu o. Bir insan hem çok iyi bir basketbolcu, hem zeki, hem yakışıklı olunca tabi peşinden de kızlar ayrılmıyordu. Sadece bunlar yetmiyordu. Onda anlayamadığım birşeyler vardı. Hem romantikti hem öküz. 'benimsin' hissini veriyordu. Garip olan birşey vardı ki sana karışma, seni kıskanma hakkı olmamasına rağmen o tek kelimesiyle sana emir verebiliyordu ve sen dediklerini yapmak zorunda kalırdın. Adeta kelimelerle dans ediyordu.
"Ne var?"
"Sabahtan beri kapıyı çalıyorum. Cidden duymuyor olamazsın değil mi?"
"Değil" dedim dalga geçerek.
"Ne zaman kapıyı açmayı planlıyorsunuz prenses?"
Prenses mi? Bu çocuğun kafasına taş düşmüş olmalıydı. Genelde 'cadı, küçük hanım, geveze, egoist' gibi kelimeleri tercih ederdi. Ayrıca prenses demekte hiç yakışmamıştı ona. Tamam ben prensesliğe laik bir kızdım ama... Ya bana işi düşmüştü ya da istemediğim birşeyi yaptıracaktı.
"Tek parça kalmak istiyorsan çekil oradan." dedim anahtarı fırlatırken. Rüzgar bir adım geri çekilmeseydi muhtemelen anahtar kafasına denk gelecekti.
"Aşağı inip kapıyı açmak varken üşengeçliğin yüzünden beni sakatlayacaktın."
"Kes sesini." dedim camı kapatırken.
Yaklaşık iki dakika sonra Rüzgar elinde bir tabakla odama girdi. Açıkcası Rüzgar'ın pek umrumda olduğu söylenemezdi. Evde yiyecek birşeyler yoktu ve midem karaciğerime saldırıyordu.
"O tabakta ne var?"
"Sana da merhaba Esila. Evet,iki haftadır görüşemiyoruz ve bende seni özledim."
Attığım bakışlar sonucu soruma cevap vermesi gerektiğini anlamış olmalı ki "annem birşeyler hazırlamıştı ve buraya geleceğimi söyleyince bunları sana getirmemi istedi" dedi. Yemek yerken güzel görünen kızları anlayamıyordum. İştahla tabağımı bitirirken, "bunun altından ne çıkacak acaba?" diyerek korku dolu gözlerle Rüzgar'a baktım.
"Matematik çalışacağız."
"Ne matematiği!"
"Hiç mızmızlanma küçük hanım. Babam matematik çalışmamız gerektiğini söyledi."
"İyi ama daha okullar bile açılmadı ki. Nereden çıktı şimdi bu?"
"Okullar şimdilik açılmadı. İki hafta sonra Nurcan hocayla tanışınca bana hak vereceksin. Okulun ilk gününden derse başlar o ve ben senin konuları hızla anlatan bir öğretmenin öğrencisi olmaktan hiç memnun olmayacağını, hiçbir şey anlamayacağını biliyorum. Bu yüzden bende yardım edeceğim."
"Çok güzel düşünmüşsün ama bugün olmaz."
"Nedenmiş o küçük hanım?"
Sanırım bir bahane bulamayacaktım ve kurtulamayacaktım. İnatçı! Çaresizce ders çalışırken atıştırmak için mutfağa gidip ekleri aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mektup
ChickLit17 yaşında, güçsüz bir kızın her gün acıyı bırakarak gitmeleri öğrenme hikayesi.