SUPİ FİRARDA

17 2 0
                                    

Ben Hakan. Bir-seksen boyunda, kumral, ela gözlüyüm. Kızlar genelde yakışıklı olduğumu söylerler. Ama bir kusurum var: Yıkık'lık. Tüm arkadaşlarım bana "Yıkık" der. Çünkü elimi nereye atsam kuruturum. Yıkıklığım aslında üniversiteyi bitirmemle başladı. Uzun süre iş bulamadım, hangi işe girdiysem bir şekilde kovuldum. Kaç işten kovulduğumu inanın ben bile bilmiyorum. Bir ara şansım yaver gitti, bir tanıdık vasıtasıyla bir bankada çalışmaya başladım. Daha doğrusu çalışmaya başlamıştım. Bugün o işten de kovuldum. Nasıl mı kovuldum? Durun anlatayım:

Aslında bir sene önce sahada kredi kartı ve diğer hizmetleri satmakla başladım ilk. Bu kısa süreli başarımdan ötürü beni ödüllendirdiler, artık sahada değil, içeride çalışacaktım; Veznedar olarak. Ne ödül ama! Bir anda kaderimin değiştiğini düşünmüştüm. Bunda Cansu'yla tanışmamın da rolü büyüktü tabii. Her sabah işe geldiğimizde, poğaça börek getirir, yerken de tatlı tatlı gülümserdi. Kısa boyluydu Cansu. Yüzü bembeyaz, saçları simsiyahtı. Düz saçlarını topuz yapardı hep. Bir gülerdi, hayat o an dururdu benim için. Bir gün yağmurlu havada yürümüş, üşüdüğünde ona sarılmış, elini tutmuştum. İlişkimiz de böylece başlamıştı. Bir anda hayatım bambaşka bir hâl almıştı. Çok iyi giden bir ilişkimiz vardı, onu gerçekten seviyordum. Ah, Cansu, ben nasıl böyle bir hata yapabildim. Ne hatası mı? Ayten hatası, ya da Ayten faciası. Daha dün gibi hatırlıyorum:

İçeri dalgalı saçlarını savurarak giriyor, altında diz üstünde gri eteği, bacaklarında siyah ten çorap, mavi gömleği tek düğmesi açık ve füze gibi memeleri. Memelerinin bankaya kendisinden üç dakika önce girdiğine şu an bile bahse girebilirim. Ben aval aval bakarken elimde oynadığım kalemi düşürdüğümü görünce nasıl da gülmüştü. Azımın suyunun önümde duran klavyeye aktığını fark etti mi, etmedi mi hâlâ bilmiyorum. Kısa bir süre sonra Ayten Yıkık'lığımı fark etmiş olacak ki, kancayı bana taktı ilk. Yukarıda çay ocağında onunla oynaşırken, Cansu'ya yakalanmam ve akabinde bir tokat yemem de cabası. Cansu nasıl da ağlamıştı o gün. Ben de ne hayvanım ki hiç oralı olmamış, özür dilememiş, bir de üstüne Ayten ile ilişkime devam etmiştim. Nasıl bir arzu ve tutkunun körüklemesiyle Ayten'e bağlanmıştım, bilmiyorum. Daha doğrusu o zaman bilmiyordum. Bugün sorsalar tek kelimeyle "Abazalık" derim. Nereden bilebilirdim Ayten'in "Nemfomani", yani "Seks Bağımlısı" olduğunu. İlk bir iki hafta bulutların üstüne çıkarttı, sonra oradan aşağıya bıraktı beni. Nasıl mı oldu bu? Bu sabah aynı çay ocağında banka müdürünün yeğeni Okan'la oynaşırken yakaladım. "Benim pilicimi kimse yiyemez" deyip, büyük bir hırsla Okan'ın suratına yumruğu patlatınca, Banka Müdürü de sivri burunlu ayakkabılarıyla benim kıçımın tam ortasına tekmeyi bastı. Beni kovduğunda da tam olarak şöyle dedi: "Onu ben bile yedim, şimdi defol buradan." Banka Müdürünün 64 yaşında olduğunu söylersem, sanırım bir nebze Yıkık'lığımın derecesini de anlamış olursunuz. Ben Ayten için neden böyle bir şey yaptım, onu da anlamış değilim. Sanki bir şey beni harekete geçmeye zorladı ve Okan'ı yumruklarken buldum kendimi. Aslında Ayten'i hiç de sahiplenmemiştim. Neyse... Peki, aylarca beraber çalıştığım o arkadaşlara ne demeli? Bankadan kovulduğumda hiçbir arkadaşım gelmedi yanıma. Sadece Cansu banka içerisinden bana bakmış, içini çeke çeke ağlamıştı. Şu an bir kahvehanede oturuyorum. Bu içtiğim kaçıncı çay, bilmiyorum. Cansu'yu aramaya bile yüzüm yok. Çıkıp eve gideyim bari. Biraz Pisiko'yu sever rahatlarım belki. Pisiko benim kedim. Onunla birlikte yaşıyoruz.

Eve girdiğimde, Pisiko'ya uzun süre seslenmeme rağmen gelmedi. Hangi cehenneme kaybolmuştu bu kedi. Saklanabileceği her yere baktım. Hiçbir yerde yoktu. Balkondan atlamış, bir dişinin peşine takılıp gitmiş olabilir miydi? Çıktım; mahallede aramadığım yer, sormadığım kimse kalmadı. Yoktu, tek kelimeyle yok olmuştu. Olacak şey miydi bu şimdi. Ona en çok ihtiyacım olduğu gün, bunu bana nasıl yaptı. Oysa en iyi mamalarla beslemiş, aşısını daima yaptırmıştım. Bir iki gün önce biri gelip, kedini kaybedersen en aşk acısı çekmiş kadar üzülürsün deseydi, muhtemelen ona gülüp geçerdim. Ama gerçekten de öyle oldu şu an."Ben bütün bunları hak edecek ne yaptım?" diye sormaya bile utanıyorum. Yıkık'lığı sonuna kadar hak ediyorum. Şu an ikilimdeyim. Acaba bir kahve mi yapsam, yoksa intihar mı etsem? Eğer bir gün intihar edeceksem, o gün bugün değilse ne zaman? Her şeyimi birkaç gün içinde kaybettim. Ben, her zamanki gibi kolay olanı seçeceğim. Gidip kendime bir kahve yapayım en iyisi. Nasıl olsa intihar etmek için uzun bir zaman var önümde. Hem daha ne kaybedebilirdim ki. Her şey daha ne kadar kötü olabilir. Kaybedebileceğim her şeyi kaybetmiş, en dibe kadar batmıştım. Bunun beni bir parça özgür, biraz da umursamaz kılıyordu.

Supi FirardaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin