...
"Bu kadar geç kalacağını bilsem fotoğrafları kendim çekerdim," Tuğrul tepkisiz kaldığında, meymenetsiz tavrına aldırmadan devam ettim. "Güneş gidecek senin yüzünden, fotoğraflar kötü çıkacak."
Muhtemelen kimsenin görmeyeceği bir blogun fotoğrafları hakkında konuşuyor olabilirdim ama bu pek de umrumda değildi. Tek kişi görecek olsa bile burada itibarım söz konusuydu, arkamdan leş gibi fotoğraflar çekmiş dedirtip güldüremezdim.
"Zihninin bu kadar fakir olmasına alışamıyorum Aylin," diyerek elinde tuttuğu dikdörtgen şeklindeki çantayı bana uzattı. "Yeterince iyi bir kameran varsa düşük ışık problem olmaz." Kaşlarımı kaldırarak, ukala tavrının kaynağını görmek için bana verdiği çantayı açtım. Kamerayı ellerimin arasına alır almaz, artık vasfı kalmamış çantayı Tuğrul'un eline tutuşturdum.
"Oha!" Şaşkınlıkla gözlerim büyürken kameradan başka hiçbir yere bakamıyorum. Başlatma tuşuna çoktan basmıştım, açılması bile saniyeler kadar kısa sürüyordu! "Profesyonel makine mi aldın?" Hem de yarı profesyonel falan değildi, bildiğin kameraların şahını alıp getirmişti.
"Nasılsa seni zengin sanıyorlar, yüksek kaliteli fotoğrafları garipsemezler." Açılan kamerayı kaldırarak, karşımdaki mağazanın fotoğrafını çektim. "Vitrindeki mankene çizilmiş beni bile görüyorum, inanılmaz!" diyerek fotoğraftan bakışlarımı çektim. "Yine de on tane fotoğraf için abartmamış mısın biraz? Yanlış anlama, böyle bir bebeği deneyimlemek olağanüstü ama hakkını verme ihtimalin yok."
Hiç fotoğraf çekmeye zahmet edecek veya buna ilgilisi olan biri gibi durmuyordu, zavallı kamera yüksek ihtimalle bugünden sonra bir köşede çürüyecekti.
Tuğrul omuz silkti ve beni umursamadan yürümeye başladı. Direkt olarak peşine takılmıştım ve hala elimdeki kameraya aşık bakışlar atıyordum. Müthiş bir şeydi bu ya, bilseydim kameraya ihtiyacımız var diye çoktan yalan söylemiş olurdum.
"Beğendiysen senin olsun."
Adımlarım durdu, kameranın tuşuna basan elimi yavaşça çektim ve kafamı kaldırdım. Yürümeyi kestiğimi fark eden tefeci de durarak, omzunun üstünden bana bakmıştı. "Minik bir servet hediye ediyorsun bana, farkında mısın?"
"Ben olsam hediyeden çok, bağışlama olarak adlandırırdım," dediğinde yanına doğru adımladım. Bu kamera benim olduktan sonra ne olarak adlandırdığı umurumda bile değildi, sadaka bile diyebilirdik. "Üstelik bu benden ilk minik servet alışın da değil."
Ah, Apple bilgisayarımdan bahsediyor olmalıydı.
Gururla gülümseyerek, kafamı olumlu anlamda salladım. "Muhteşem bir ortaksın tefeci, daha önce söylemiş miydim hiç?" diye sorduğumda, dudağının bir tarafı hafifçe yukarı kıvrıldı.
Yarım bir gülümsemenin, yarım bir hayranlık uyandırmasını beklerdim ancak suratındaki gülümsemeye bakılırsa, gözlerinin kısılmasına neden olan gülüşüyle yarışır bir hayranlık uyandırdığını itiraf etmem lazımdı.
Yine de gülünce kısılan gözleri favorimdi, onu geçebileceğini sanmıyordum.
"Biraz daha ileride geniş bir binaya grafiti yapıldığını söyledi Cihangir, orada birkaç poz çekeriz." Bana bakmadan konuştuğunda, kamerayı boynuma asarak minik bebeğimi düşürme riskini sıfıra indirdim. "Cihangir bunu nereden biliyor ki?"
"Aslen buralı." diye kısa bir açıklama yaptığında istemsizce "Neden fotoğraf çekmeye o gelmedi o zaman?" demiştim. Sonuçta burayı bilen biriyle her şey daha kolay olabilirdi, hem belli mi olurdu kaybolurduk falan.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİP: ACININ KRALLIĞI
Fiction générale*Fantastik değildir.* Her hikaye bir kahramanla, birçok hikaye ise budala bir kahramanla başlardı. Herkesin güçsüz gördüğü o beceriksizden bir kahraman doğardı. Çıktığı yolda kapılar ona açılır, onun yerine tercih edilen tüm o güçlü ama kötü kişile...