BÖLÜM 1 'Evden Uzakta'

72 5 51
                                    


Kilitleri birer birer açtım ve kapının üzerindeki yazıyı tersine çevirip dükkânın açıldığını resmen duyurdum. Kapının hemen önüne üzerinde 'hoş geldiniz' yazan kilimi bıraktım, bu kilim dükkânı açarken annemden gelen oldukça gerekli bir hediyeydi. Hemen sonra içeri geçtim ve ortamı kasvetli hale getiren bordo perdeleri içerinin biraz nefes alması, gün ışığını selamlaması için ardına kadar çektim. Akşama doğru bu perdeleri kapatıp ikinci el dükkanından gerçekten çok beğenerek aldığım, doksanlardan olduğu belli masaüstü lambalarını yakıp ortamı loş bir hale getirmeyi seviyordum. Çünkü burası bir kitap dükkanıydı ve bu tür dükkanların ruhları olurdu. İçeriye girer girmez burna bir tütsü kokusu gelir, loş ortam gözlenir ve gelen kişi kitapların arasında kaybolur. Önce bir iki kitaba göz atar, sonra kitaplar kollarında birikmeye başlar ve birkaç dakika sonra bir poşet kitapla dükkândan ayrılır. Bunun bir tür kitap satma yöntemi olduğunu söylemek istemiyordum ama bir bakıma öyleydi de.

Ancak sabah perdeleri aralamak ve lambaları kapalı tutmak gündüz gözüyle buralara kimselerin uğramadığı düşünülürse mantıklı olandı. Bir şey taşınması gerekmiyorsa ya da dükkânda herhangi bir değişiklik yapılmayacaksa burada gündüzleri üç kişiden fazla çalışan kimse olmazdı. Bunlardan biri dükkân el değiştirmeye başladığından beri burada olan ve içerideki toz tanelerinin yerini bile herkesten daha iyi bilen temizlik görevlisi Hikmet Bey'di. Diğeri, yeni sahibi devraldığında yarı zamanlı çalışmak için anlaşan ama okulda işler yolunda gitmediği için ara vermeye karar verip artık tam zamanlı bir çalışan olarak kasada duran Biricik ve hayali her zaman kendine ait bir dükkâna sahip olmak olan, sırf bu yüzden yıllardır çalıştığı masa başı işinden istifa edip bütün birikimini çocukluğundan beri önünden içine girip bir tur atmadan geçemediği kitap dükkanını satın almaya yatıran patron Başak, yani bendim. Bana patron denmesinden pek hoşlanmazdım ama inanması zor olsa da aramızda neredeyse on yaş olan ama görünüş olarak insanların aynı yaşta olduğumuzu düşündükleri kasiyerimin bana ısrarla söylemeye devam ettiği hitap şekli tam olarak buydu. Onu uyarmaktan yorulmuştum.

Camları da açmamla içeriğe giren gün ışığı eşliğinde hafif esinti, kitapların üzerindeki tozları kaldırmıştı bile. Biricik'in öksürmeye başlamasıyla ona doğru döndüm. Eşyalarını kasada duran askıya asıyordu, onun bugün biraz geç geleceğini söylediğini hatırladım ama tam zamanında gelmişti. Üzerinde durmadan işime döndüm. Camları açtıktan sonra yapılacak olan şey kitaplara göz atmak, herhangi bir kitabın zedelenip zedelenmediğini, eksikleri, stoğu yedeklenmesi gerekenleri not almaktı. Burayı satın almadan önce bu dükkânda satılan kitapların hepsi bağışlanmış kitaplar olduğu için satıldıktan sonra stoğu yenilenmiyordu. Yani buraya gelip bir kitap beğenildiğinde o an alınmak zorundaydı çünkü o kitaptan bir tanesinin daha buraya gelip gelmeyeceğini kimse bilemezdi. Ancak ben bunun dükkânın değerini arttırdığını bilmekle birlikte yeni neslin stok kovalamayı sevdiklerini de bildiğimden böyle bir değişiklik yaparak toptancılarla anlaşmıştım. Satışlar fena sayılmazdı, genellikle genç kurgu ve hayran kitapları satılıyordu, birçoğunun sanat değeri olduğunu söyleyemezdim ama çocukları kitap okudukları için takdir etmeyi kalitesiz kitap okudukları için yermekten daha faydalı buluyordum. Bazen kendimi tutamayıp alınan kitabı eleştiriyordum ama hem bir kitapsever hem de bir iş insanı olarak işin ticari yönünü de düşünmeliydim. Kitabı eleştirince kitabı almak isteyenler bırakıyor, yerine önerilen birkaç kitaba göz atmak istemeden çekip gidiyorlardı. Hayatımı ve birikimimin tamamını bu dükkâna yatırmış biri olarak biraz daha ticari düşünmek zorundaydım. Bu yüzden çenemi kapalı tutmayı öğrenmiştim yoksa ay sonunu getiremezdim. Üstelik ev sahibinin kira ödemesini birkaç Agatha Christie kitabıyla yapmayı kabul edeceğini de hiç sanmıyordum.

RODERICK ÁLVAREZ'İ KURTARMAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin