"Hayır" demişti can havliyle. Sadece hayır diyebilmişti. Belki de gücü ancak bu kadarına yetiyordu. "Üzgünüm ama beyin kanaması geçirmiş. Ben oraya gittiğimde yani sizin yanınıza geldiğimde çoktan ölmüştü." Dizlerini sıkıca kavrayan elleri yavaşça dizlerini serbest bıraktı. Elleri çaresizliğin verdiği acıyla iki yanına düşmüştü. Artık gözlerinden akan yaşı saklamıyor, hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ediyordu. Onun bu görüntüsü içimi acıtmıştı. Ama yapabileceğim hiçbir şey de yoktu zaten. Takaati kesilip tekrar uyuyuncaya kadar ağlamıştı ve ben o tekrar uykuya hapsolana kadar odanın bir köşesinde onu izlemiştim. Uyduğundan iyice emin olduktan sonra onu tekrar az önce çıktığı yatağa bırakıp odadan çıktım. Gereksizdi ama öyleydi işte. Yine tüm suçu rüyanın bende bıraktığı tesire yorup uyumak için salondaki geniş ve rahat kanepenin olduğu yere doğru hızlı adımlarla ilerledim. Kendimi koltuğa bırakmamla uyumam arasında saniye bile yoktu. Uyumaktan korkuyordum...Sebepsiz yere ama yine de bu korkuyu tüm hücrelerimde hissetmiştim. Belki de hissettiğim şey beni mahvedebilecek yegâne sebep olacaktı... Tekrar rüya görmüştüm ve o kadın yine rüyamın ana karakteri olmuştu. Bense kendi rüyamda yan karakter olmanın verdiği hisle rüyamı seyretmeye devam ediyordum. Fakat bu sefer ki bir öncekinden çok daha farklıydı. İlkbaharda çimenlerin olduğu bir yerdeydik ve çok güzel, çiçek desenli hoş bir elbise giyinmişti. Nazikçe elimi tutmuş koşuyor ve bende ona eşlik ediyordum. Sonra bir anda durdu...Durduk... Hızla bana döndü. İlkbahahar melteminin tatlı esintisine karışan saçları hafif dalgalar halinde kalkıp iniyordu. Bende ona öylece tebessüm ediyordum. Niye bilmiyordum ama yapıyordum işte... Sonra yavaş ve temkinli bir şekilde bana yaklaştı. Boyum ondan oldukça uzundu. Rüyada bile... Başını boyun girintime doğru uzattı ve kulağıma doğru fısıldadı"Poseidon...Seni cani katil... Nefret ediyorum senden...Tıss... Ssenden... Tsss..." Sonra birden bire duraksadı yeşil gözlerindeki o sinsi ifade gitmiş tekrar tatlı bir kız çocuğuna dönmüştü sanki... Gülümseyen yüzünden aşağıya birkaç damla yaş süzülmüştü. Sebebini anlayamamıştım ama konuşmaktada zorlanmaya başlamıştı. Sonra birden kendini benim kollarıma bıraktı. Bende sebepsizce ona sarıldım. Bugün yaptığım belkide yüzüncü sebepsiz davranışımdı ve hepsi de bu yabancı yüzündendi. Ona sarılan ellerim birden ısınmaya başlamıştı. Sıcak bir sıvı ellerime bulaşmıştı. Ellerimi ondan çektiğimde ikimizin de kanlar içinde olduğunu farkettim. Ama yaralı olan oydu. O ise bunu hiç umursamıyor gibiydi. Masum tebessümüne devam ediyor etrafına ışık saçıyordu. Sonra yere düştü, yanına oturdum, gözlerim karşıdaki bir çift yeşil göz ve kanlı ellerim arasında mekik dokuyordu. Sonra tekrar konuştu. Tıpkı ilk sefer ki gibi acınası çıkmıştı sesi bu sefer."Poseidon...Yardım et bana...Lütfen..." Gömleğimden yırttığım kumaş parçasıyla yarasına tampon yapmaya başlamıştım. Deliler gibi çırpınıyordum. Yeşil gözlerini tekrar gözlerime sabitlemişti. Fakat bu rüya için bu son seferdi ve uyanır uyanmaz da son sefer olması için çabalayacaktım. Ölmüştü...En azından rüyamda... Gözlerimi açtığımda salonda öylece duruyordum. Zeus ise bulunduğu köşeden bana bakıyor, dün geceyi telafi etmek istediğini anlatan bakışlar atıyordu. Yaklaşıp kafasını ve kulak diplerini kaşıdıktan sonra onu affettiğimi belli eden bir öpücük kondurdum kafasına. Alt kattaki eski giyinme odama girip bir çırpıda hazırlandım. Her zaman ki gibi deniz mızrağı temalı takımlarıma da büründükten sonra evden çıktım. Ne Fırat'a ne de diğerlerine gözükmeden evden çıktım.Arbadan tekrar indiğimde üzerinde "Rizzo&Rizzo" yazan koca bir binanın önündeydim. Burası benim holdingimdi. Kapıdaki korumalardan birine anahtarı teslim edip içeriye doğru ilerledim. Çalışanlar beni gördükçe selam veriyor sonrada tekrar telefonlarında ki o çok ilgi çekici olan şeylerle ilgilenmeye devam ediyorlardı. Hayır yani o kadar maaş almalarına rağmen nasıl bu kadar seyrek çalışabilirler ki? Aklımda birdenbire beliren bu sorunu daha sonra halletmeye karar verirken sadece benim kullanımım için ayrılmış olan asansöre doğru ilerledim. Asansörün beni katıma çıkarmasını beklerken yine kendimce şeyler düşünüyordum. Beni görenlerin kimisi Bay Rizzo kimisi ise Ayaz Bey diye karşılamıştı. İşte o an yeni bir şey daha fark ettim. Fazlasıyla kimlik sahibi bir insandım. İtalya'da ki hayatımda Lorenzo Rizzo, Türkiye'deki hayatımda Ayaz Adanır, yer altında ki hükümetimde ise acımasız Poseidon'dum... Tüm bunları düşünürken asansör beni olmam gereken kata getirmişti.Asansörden inip hızlı adımlarla ofisime girdim. Bugün asistanım Beril'den bile erken gelmiştim. İlk defa böyle bir şey olduğunu düşünürken hızla içeriye girdim. Fırat içerideki deri koltuklara oturmuş elinde ki telefonla ilgileniyordu. Beni görünce kafasını telefondan kaldırdı ve bana dik dik bakmaya başladı. Ne olduğunu anlamamıştım. Ama umursamadım da. Ben gayet rahat tavırlarla koltuğuma oturup İstanbul manzarasını seyrederken Fırat dayanamayıp konuşmaya başlamıştı ve içinde sakladığı herşey tam o anda patlak vermişti:
"Sen ne yaptığının farkında mısın!?" Ses tonu beni rahatsız edecek kadar yüksekti. Ne kadar samimi olsak ve ne kadar haklı olsada ses tonuna dikkat etmesi ve önümdeyken haddini aşmaması gerektiğini bilmeliydi.
"O sesinin tınısına dikkat et Fırat!"sesim yeterince sert ve tehditkar bir biçimde çıkmıştı ve ben bunun farkındaydım fakat son anda geri dönemezdim. Öfkelenmiştim bir kere.
''Sen dün gece ne yaptığını çok çabuk unuttun sanırım " Onun sesi de en az benimkisi kadar uyarıcıydı ama benimkinin binde biri kadar olamazdı. Derin bir nefes daha alarak sıkmaktan neredeyse parçalamak üzere olduğum dişlerimin arasından konuşmama devam ettim;
"Ne olmuş? Ne yapmışım yine, hayırdır?"
"Ne mi olmuş? Sen farkında değilsin sanırım . Tabii beyefendi hazretleri gününe gün telefon kullandığı için bundan bile haberi yok. Seni şimdi arayan da olmamıştır kesin değil mi?"
"Ne diyorsun sabah sabah yine Fırat Allah aşkına!?"
"Magazinler bas bas senden bahsediyor."
"Neyimden bahsediyorlar yine? Ceket markamdan falan mı yoksa mızrak takılardan mı?"
"Dün kulüpten apar topar kaçırdığın kız arkadaşından"
''Ne saçmalıyorsun yine Fırat?"
"Duydun işte!"
"Fırat! Lafı dolandırıp durmasana şöyle gitsin işte"
"Sözlerime ihtiyacın yok. İzlesen yeter!" Cümlesini tamamlanır tamamlanmaz az evvel masanın üzerine bıraktığı telefonunu bana doğru ittirdi. Üşengeç ve meraklı tavırlarımla masanın üzerinden bana sırıtan telefona yaklaştım. Telefonda açık bir şekilde bekleyen bir video vardı. İstemeye istemeye videoyu oynatıp izlemeye başladım. Sunucu kadın epey bir laf salatası yaptıktan sonra gafil avlanan kaçamak bir çiftten bahsediyordu."Evet doğru duydunuz. Rizzo&Rizzo holdingin sahibi ve ülkenin en zengin 3 kişisinin 1.'si olan Lorenzo Rizzo yada Türk ismiyle Ayaz Adanır dün gece gittiği bir eğlence mekanından kucağında genç ve güzel bir garson ile çıkarken görüntülendi.Bay Rizzo'yu gören bir diğer kişi ise ikilinin geceyi Adanır'ın Kilyos'ta ki villasında geçirdiğini düşünüyor. Şimdide o görüntüleri sizinle paylaşıyoruz" diyordu sunucu kadın. Sonrada benim dün geceki videomu paylaştılar. Görüntüde yüzüm alelen gözüküyordu. Bu saçma söylenti canımı sıkmıştı. Üstelik dün gece birisi beni evime kadar takip etme cüretini göstermişti. Sinirden kıpkırmızı kesilmiştim ve Fırat bunu fark etmişti. "Bul" dedim "Dün gece arabamı takip eden o adamı bul sonrada dersini ver! Videoyu da kaldırtın!".
"Orası kolay abicim ama izleyen izledi bir kere"
"Kim mesela?"
"Glorgia teyze çoktan görmüş'Kim o torunum yanında ki' diye sorup duruyordu. Gecenin ikisinde beni aradı"
"O nereden görmüş Allah aşkına?"
"Konu sen olunca göremeyeceği duyamayacağı yok"
"İyi sen git işleri hallet ben onunla konuşurum "
"İnşallah yaptığının farkındasındır."
"Hadi abicim,hadi. Uğraştırma beni. Zaten yeterince uğraşıyorum!" Fırat beni baştan aşağıya birkaç kez süzdükten sonra odadan çıktı. Derin bir nefes daha teneffüs ederken tekrar masamın başına oturdum ve önümde yığınla bekleyen dosyalardan ilkinin kapağını açtım. İkinci,üçüncü,falan derken dosya yığını iyice azalmıştı. Son dosyayı da kapttıktan sonra kahvemde ki son yudumuda mideme indirip evrakları toparlamaya başladım. Bugün poligona gidecektim ve hızlı olmam gerekiyordu. Şirketten çıkıp Audi'e bindiğimde şoförüne adresi söyledim ve araba tekrar duruncaya kadar Mozart Beethoven dinledim. Son parçanın bitimiyle araçta durmuştu. Mekan fazlasıyla sessizdi. Çünkü herkes benim geleceğimden haberdardı. Atış kısmına geçip beklemeye başladım. Az sonra 17-18 yaşlarında genç bir çocuk geldi yanıma. "İstediğin şeyler hazır abi var mı başka bir isteğin?" dedi. Çocuğun yanağını okşayıp cebine birkaç yüzlük bıraktıktan sonra "seni bir daha buralarda görmeyeyim" dedim ve oradan gönderdim. Çok geçmeden de mekanın ışıkları yanmıştı. Karanlık mekanda birden yanan ışıklar gözlerimi kamaştırıyordu. Poligon alanındaki ışıklarda açılınca herşey açık seçik ortadaydı. Bizim Çakır öylece durmuş kuşbakışı etrafı izliyordu. Ellerinde ki iplerle yüzünün belirli çevrelerindeki morluklari eş geçersek gayet de iyi bir durumdaydı. Ama onun iyi olması benim kötü olduğum anlamına geliyordu. Parmağımı şıklatmamla Çakır beni fark etmişti. Meraklı gözlerle içten içe beni sorgularken bir yandan da it gibi korktuğunu saklamaya çalışıyordu. Çakır'dan nefret ediyordum. Her zaman tiksindirici bir adam olmuştu ama artık fazlasıyla gözüme batıyordu. Sonunda konuşmayı başlatmış ve akıcı gecemizin ilk adımlarını atmıştı;
"Sen? Sen mi getirdin buraya? Ne oldu, ne istiyorsun benden yine?"
"Çakır! Kotan doldu Çakır! Ben sana yapma dedim, yapmayacaksın dedim ama sen yaptın Çakır. Şimdi ben buna nasıl göz yumayım değil mi?"
"Ne diyorsun sen, ben hiçbir şey yapmadım !?"
"Ya ya, bende inandım zaten! Salağım ya ben değil mi!?"
"Estağfurullah abi ama-"
"Kes sesini çakır şimdi ben konuşacağım sen dinleyeceksin sonrada ikimizde çekip gideceğiz seninle zamanımı harcayamam!"
"Eyvallah abi!" Bu kelimeler ağzından istemeye istemeye çıkmıştı fakat şu anda suyuna gitmesi gerektiğinin gayet bilincindeydi.Benim her kelimemde Çakır'ın saç telleri yavaş yavaş yukarıya dikiliyordu. İt gibi korkmuştu ve artık herşeyin farkındaydı. Ama ben durmadan konuşmaya ona acımadan daha çok korkutmaya devam ediyor o korktukça bundan keyif alıyordum. Yüzüme yerleşen hınzır gülümseme onu dahada ürpertiyirdu ve bunun bilincindeydim. Daha adını dahi öğrenmeye fırsat bulamadığım garson kıza karşı tüm benliğim aktif hale gelirken bu aktiflik bir başkasında hemen son buluyordu. Konuşmama büyük bir zevkle devam ettim;
"Dün olanlarında öğrenmişsindir sen şimdi değil mi?
"Neyi abi?"
İnatla sürekli birşeyleri inkar ediyor sinirimi had safhaya çıkarıyordu.Konuşmamakta ısrar edince sağ dizinden vurdum onu. Dizindeki acıyla öylece kıvranırken ben onu izlemeye devam ediyordum. Kurnban olduğum Allah vicdan adlı duyguyu bana vermemiş benim için en büyük nimetini göstermişti.Gerçi dün olanlar göz önüne alındığında vicdansız sayılmazdım. Diğer dizinede bir kurşun yiyince konuşmamıza kaldığımız yerden devam ettik;
"Senin adamlarınmış, kıza saldıranlar. Senin yetiştirdiğin köpekten ne olacak ki, değil mi? Kapına bağladığın köpeklerini bile eğitemiyorsun. Gerçi sendede yok ki bir başkasına aktarabilesin. Seni adam sanıp işe alan o aptalı acayip merak ettim şimdi. Kıza saldırdıkları yetmemiş birde öldürmüşler. Ondan hıncını çıkarmamış olsa gerek ki ablasına da saldırmışlar. Ben olmasan onuda orada öldürürlerdi değil mi?"
"Onların zaten çok önceden ölmeleri gerekirdi. Yaptığı şeyler yetmiyormuş gibi gelip birde bizim masamıza oturmaya cüret etti. Benim adamlarımda cezalarını vermiş. Ablası piyango ama sıra er yada geç onada gelecekti zaten. Erkenden aradan çıkarmış olurduk" yine gereğinden fazla cesur konuşmuştu. Ve bundan hemen pişman olmuştu. Ama olan olmuş, söz ağzından çıkmıştı.Ben merakla ona bakarken o gözlerini kaçırıp yaralı sözleriyle ilgileniyormuş gibi yapıyordu. Bir kaç kez ismini tekrarlamama rağmen yüzüme bakmamıştı. En son bağırışım onu korkutmuş ve birkaç adım yukarıya sıçratmıştı. Yaşlı gözlerini tekrar bana çevirdiği de aklımda ki o sorypuyu yani onunda sormamdan korktuğu soruyu sormuştum;
"O ne demek? Kim oturmuş bizim masamıza?"
"O kadın. Ölen krupiye"
"İşi o değil mi zaten ,ya nereye gidecekti?"
"Madem hayatta kalmayı becerdiler saklanmalı gerekirdi. Burnumuzun dibine kadar sokulmaları onların suçuydu"
"O ne demek? Onlar kim açık açık anlatsana lan!?"
"O kızlar piton'un öldü bildiğimiz çocukları.Gökhan Akça'nın kardeşleri. Senin apar topar evine götürdüğü o kadın 2 numaraydı. Ölende 3. Sen can düşmanımız dediğimiz adamın kızını ölümden kurtarıp kendi evine soktun. Kendi isteğin ile."
Adamın son cümleleri ile beyninden vurulmuştum. O kadın kendi ellerimle öldürdüğüm Piton'un kızıydı demek. Elimde tuttuğum silah gevşeyen parmaklarım arasından kayıp gitmişti. O kadın benim can düşmanımın kızıydı. Elim kolum bağlı bir şekilde çıktım poligondan. Eve olabildiğince hızlı gittim. Çabuk adımlarla kadının kaldığı odaya yani kendi odama koşarak gittim...Ama oda boştu... Tüm sesimle Birol'a bağırdım. Bağırmamın üzerinde birkaç dakika geçmeden Birol gelmişti;
"Buyur abi?"
"Kadın nerede oğlum?"
"Kadın mı?"
"Dün gece benimle birlikte gelen kadın "
"Bilmiyorum abi görmedim ben-"
"Hay ben senin! Ne işe yarıyorsunuz o kadar adam!?"
"Ben bugün dışarıdaydım abi. Diğerleri ilgilendi evle-"
"Git öğren gel çabuk olun!"
Birol koşarak yanımdan uzaklaşırken bende dayanamayıp peşinden bekçi kulübesine gittim. Tamda konuşmalarının üzerine gelmiştim. Kulubedeki diğer koruma ;
"Garaja kapattık diyordu."
"İyi halt yediniz lan!" Diyerek girmiştim konuşmalarına ikiside benim varlığımı yeni fark etmişti. Koşarak hatta neredeyse uçarak garaja gittim. Otomatik kapının açılmasını bekleyememiş arslan boşluktan içeriye dalmıştım... Ve o an kalbim tekrar sızladı... Can düşmanımın kızı ağzı burnu darmadağın bir şekilde evimin garajında yatıyordu. Ve içim acımıştı çünkü o aynı zamanda bana can dostumun emanetiydi. Sahip çıkmadığım emanetimdi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
POSEİDON
AcciónGözlerimi açtığımda karanlık bir mahzendeydim...Tanımadığım bir mahzen...Etrafıma bakındım ama her yer bana yabancıydı...Tıpkı az önce ki gibi hiçbir şey değişmedi.Etrafı kolaçan ederken elimdeki soğuk metalin farkına yeni varmıştım.Dur biraz!Bu ner...