Bölüm 7

90 10 5
                                    

Bazıları ölmek için doğmuştur.

Bu sözün altından pek çok farklı anlam çıkabilirdi, ama kastedilen anlamı ikimiz de biliyorduk.

Kastettiği şey genel bir tanım veya yalnız Ayaz için geçerli olan bir söylem değildi. Bu cümledeki her bir kelimeyi, her bir harfi beni işaret eden oklara benzetebilirdiniz. Bu cümle söz konusu olunca, fosforlu kalemle çizilmiş gibi parlıyordum.

Ama gerçek şuydu ki;

Ben ölmek için doğmuştum.

Geçmiş ve geleceğin kesişim noktası size bugünü verir. Benim geçmişim ve geleceğim öylesine karanlıktı ki, bugünüm aydınlık olamıyordu.

Doruk, dikiz aynasından bana bakmayı bir süre sürdürdü. Ellerini direksiyona dayamıştı, yaşananlardan dolayı gergin hissettiği her halinden belliydi. Duruşunu dikleştirip boğazını temizledi; bense onu inceliyordum. Bana diktiği masmavi gözlerini azat ederek üstümden çekti ve yüzündeki ifadeyi hiç bozmadan kelimelerinin biçimli dudaklarının arasından süzülmesine izin verdi.

"Şimdi," dedikten sonra kısa bir süreliğine duraksadı, "bana bildiğin her şeyi anlat."

"Bana neden hiçbir şey anlatmıyorsunuz! Size böyle yardım edemem!'

" Gelmen için seni zorlamamıştım hatırlarsan. "

Aslında zorlamamışlardı, ama ben bağırmayı ve onları suçlamayı kesecek miydim? Hayır!

"Siz bana anlatmazsanız bende size anlatmam. Olay bu kadar basit, neden inat ediyorsunuz ki?!"

"Bu işi karşılıklı yapmak istediğini söylüyorsun ama asıl sen susuyorsun!"

Evet, başardım. Doruk öfkeden kudurmuştu ve bu tamamen benim eserimdi. Ve bununla gurur duyuyordum.

Engel olamadığım kocaman gülümsemem eşliğinde Doruk'a baktım. Onu hiç böyle görmemiştim, gerçi zaten sürekli değişiyordu.

Direksiyonu sıkmaktan bembeyaz olan ellerini geri çekti ve koltuğa yaslanarak gözlerini kapattı. Sakinleşmesine izin vermeyecektim.

Üç kişi sadece doğruları söyler; çocuklar, sarhoşlar, ve kontrolünü kaybedecek derecede kızgın olanlar.

Amacım ortadaydı.

"Tamam. Bana bir soru sor ve cevaplayayım, sonra ben de sana sorayım ve cevapla."

"Ne?" derken sesi pürüzlü çıkmıştı.

"Yani diyorum ki benden sakladığınız lanet olası şeyleri öğrenmek için ban-"

"Bağırma!"

Evet, bir ironi daha. Bağırma derken bağırması.

"Ne var be?"

"Ah, ne bilmek istiyorsun lanet olasıca! Sor da söyleyeyim! Ha, sor hadi! Şunu o kalın kafana sok, biz de tam olarak bilmiyoruz! Ne, ha ne? Bana öyle bakma dedim! Sor da söyleyeyim hadi, sor!"

Aşırı sinirliydi, çok fena korkmuştum ama bu beni sorularımı sormaktan alıkoyamazdı.

"Öykü nerede?"

"Bilmiyorum." Dedi gayet rahat bir biçimde, sakinleşti ve koltuğa tekrar yayıldı. Bu kadar rahatlamasının sebebi neydi? Başka bir şey sormamı mı bekliyordu?

Ah, ama bir dakika.

"Neden yalan söylüyorsun, sakladığın şey ne?"

"Yalan söylemiyorum."

SAHNE (#Wattys2015)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin