6. Bölüm

15 5 4
                                    

Hayatın size ne getireceğini, kaderin size nasıl bir gelecek hazırladığını asla bilemezsiniz. Ama biz insanlar her şeyi planlamaya bayılırız. Hangi üniversiteye gideceğimizi, nasıl bir işte çalışacağımızı hatta kiminle evleneceğimizi bile planlarız. Ama hiç düşünmeyiz belki de beş dakika sonra yaşayıp yaşamayacağımızı.

Sizlere anlattığım bu olayları yaşamadan önce bende her şeyi planlardım. Her şeyim yıllar yıllar öncesinden hazırdı bile. Ama dediğim gibi sizin planlarınız kaderin cilvesine pek etki etmez.

Ne diyebilirim? Planlamayı bırakın filan diyecek halim yok. Sadece hazırlıklı olun derim ben.

Her neyse, İris'in de diğerlerininkiyle aynı olan dövmesini gördüğüm zaman bu işte bir terslik olduğunu anlamıştım. Ve gözümü karartıp o gece herkes uyuduğu zaman kalkıp o gizli bölmeye bir göz atacaktım. Kararlıydım.

Bilirsiniz, kadınların bir şeyleri açmak için farklı malzemleri vardır. Kilit açmak için tel toka, kavanoz için kuru bez, kapı içinse bir kart oldukça kullanışlı olabilir.
Bu gece bıçak kullanacaktım. İşimi görürdü ancak daha öncede söylediğim gibi Valencia sonrasında açıp bakmaya kalkarsa zorla açıldığını anlayabilirdi. Beni şüpheye düşüren de buydu. Ancak bu dövme işi boka sarmaya başlamıştı. Gizli bölmede ne olduğunu bilsem en azından içim rahatlardı.

Sanırım bu hikayede aldığım tek doğru karar buydu.

Yatakta uzanıp kızların dövmesine mantıklı bir açıklama ararken kafam bir anda çalışmaya başladı. Marcus'un doğum günümde bana hediye ettiği kolye... Kelebek şeklindeydi. Tanrı aşkına ne boklar dönüyordu burada böyle?

Marcusta mı bu işin içindeydi? Peki ya kolye bir tesadüf müydü yoksa bir anlamı var mıydı?

Hemen yataktan kalkıp tuvalet masasının üstüne koyduğum takı kutusunun içine baktım. Aslında hiç çıkarmazdım ancak Marcus'un ölümünden sonra kolyeyi aynada her gördüğümde bana onu hatırlatıyordu. Bende kolyeyi boynum yerine bir kutuda muhafaza etmeyi tercih etmiştim. Bunun için beni suçlayamazsınız.

Takı kutusunun içini tamamen boşalttım ve gözlerim kolyeyi arıyordu. Bulduklarında kolyeyi incelemeye başladım.

Kolyeyi takıp aşağı indim. Ve masanın üstündeki sigarayı alıp balkona çıktım. Kızlar ortalıkta gözükmüyordu. Ben de fırsattan istifade gizli bölmeye bakabilirdim. Ama ilk önce sigara...

Günün ikinci sigarası saat: 16.04

Sigarayı içtikten sonra kasvetli bir ruh haliyle yukarı çıkmak için merdivenlere yöneldim. Ama sonra aklıma bıçağı almayı unuttuğum geldi. Mutfaktan hemen bir tane aldım ve yavaş adımlarla merdivenleri çıktım. Yukarıya ulaştığımda gözlerim gizli bölmenin bulunduğu kısmı aradı. Ahşabın gıcırtısı tüylerimi diken diken ederken yere doğru eğilip halıyı kaldırdım ve daha önce fark etmediğim bir şey fark ettim. Bölmenin üstünde bir şey yazıyordu. Ama çok eski olduğu için ve biz de fark etmeden sürekli üstüne bastığımız için yazı bozulmaya başlamıştı.

"Mari...a"

Ne yazdığını anlayabilmek için bir ıslak mendil getirdim. Islak mendille yazının üstünü sildim. Artık yazı daha netti ve yazan kelime:

"Mariposa" idi. İspanyolca yazıyordu doğal olarak. Hemen telefonumu çıkardım ve hemen çeviri uygulamasını açtım. Kelimeyi yazdığımda çıkan anlamı gördüğümde gözlerim neredeyse yuvalarından fırlayacaktı.

Kelimenin anlamı "Kelebek" idi.

~
Valencia'dan

Market reyonlarını dolaşırken aklımda sadece Ember vardı. Ne kadar masum ve her şeyden bir haber. Hiçbir şeyden haberi yok. Ama benim onun her attığı adımdan, her aldığı nefesten, gözünden akan her yaştan haberim var.

Tabii sadece kendimi övmem uygun olmaz. 'Bizim' her şeyden haberimiz var. Bu hikaye çok uzun ve karmaşık. Ama bütün bunları size ben anlatmayacağım.

Ama diyeceğim odur ki "Kaderden kaçamazsınız." Bu hikayenin sonu yıllar önce yazıldı. Ve kimse değişteremez.

Ember'dan

Kelimenin anlamını öğrendiğimde artık ne olursa olsun bu bölmeyi bir şekilde açmam gerektiğini anlamıştım. Tam bıçağı bölmenin kenarına sokarken kapı sesini duydum. Hemen halıyı tekrar bölmenin üzerine örttüm. Bıçağı cebime sokmaya çalışırken elim kesildi. Sesimi çıkartmamaya çalışırken bıçağı cebimden çıkarıp derin bir nefes aldım ve aşağı indim.

Gelen Valencia'ydı. Beni gördüğünde yüzüne bir gülümseme yayıldı.

"Merhaba Ember, nasıl hissediyorsun?" demsiyle beni biraz şüpheye düşürdü.

"Nasıl yani, neyden bahsediyorsun?"

Yüzündeki gülümseme hafifçe solarken "Başın, başın ağrıyordu ya."
dedi ve içimi rahatlattı.

"He, o... Evet daha iyiyim." dedim ama Valencia'nın gözleri elime takıldı.

"Ember, elin kanıyor!" dediği zaman elime doğru baktım. Gerçekten derin kesmiştim. Ama acı hissetmiyordum. Sadece her taraf kan olmuştu.

Valencia yanıma yaklaştı ve elimi eline aldı.

"Nasıl oldu bu?" dediği anda beynim tekrar aynı emri verdi: Yalan söyle.

"Kendime sandviç hazırlayacaktım. Ama bıçak yere düştü. Tekrar almaya çalışırken elimi kesti." berbat bir yalandı. Ancak gerçekten ne yaptığımı tahmin etmesi zordu. Bu yüzden inanacağını düşündüm. Nitekim öyle de oldu.

"Ne sakarsın." dedi sırıtarak. "Hadi saralım da mikrop kapmasın." dediğini başımı sallayarak onayladım.

Yukarı çıkıp ilk yardım setini bulduktan sonra elimi temizlemeye başladı. Sonra sarmaya başladı. Gözlerimin içine bakıyordu. Kim bilir o kehribar rengi gözlerde ne sırlar gizliydi. "Ne saklıyorsun V?" diye geçirdim aklımdan.

MonaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin