Dar odayı aydınlatan antika lambanın ışığı altında iki yürek sessizlikte boğuldu. Çok çirkin, ruhu daraltan bir sessizlik. Kalpleri göğüslerinden sökülmüş de işkence ediliyormuş gibi eziyet bir sancıyla sakındılar birbirlerinden, en çok da Chan. Kendini korumak isterken yine kendi canını yakmıştı. Ve can da yakmıştı. Yüzünde büyük bir hayal kırıklığıyla ona bakan oğlanın varlığı çığlıklar atıyordu sessizlik içinde. 'Sen de korktuklarından oldun. Sen de bencilliğinden can yakanlardan oldun.'
Parmaklarını saçlarına atıp yolmamak için büyük bir güç gösteriyordu. Korku tüm bedenini sarmıştı. Onu öyle nedensizce sarıp sarmalayan, yalnızlığından uzaklaştıran tek kişiyi elinin tersiyle itmişti. Hem de gitmesin diye. Ne büyük komedi. Acı içinde gülünecek absürt bir komedi. Gözlerini kaçırmaktan başka çaresi yok gibiydi. Hatta hiç çaresi yok gibiydi. Onu öpmek onu kaybetmek demekse arzusundan kıvransa bile bunu yapamazdı.
Ne yapacağını bilemez halde arkasına döndü, kaçış mutfakta gibiydi. Bulaşıklıkta kurumuş iki kaseyi canı kesilmiş parmaklarıyla kavradı, tezgaha yan yana yerleştirip ramen paketlerini açmaya koyuldu.
"Ne sikim yapıyorsun sen şu an?"
Paket sesini duyan Felix yaşadıkları olayı asla idrak edemeyerek sakin ama öfkeli bir ses tonuyla çıkıştı. Chan cevap veremedi. Ne diyecekti? Karnım aç?
"Ben seni öptüm lan."
Bağırışı çatları çatılarak bitti. Arkasını döndü, adımları pek düzgün değildi, başı deli gibi ağrıyordu. Yerdeki tişörtüne uzandı. Üzerinden çıkartma sebebi kafasını delme ihtiyacı duymasına neden olurken kolları arasından geçirdi. Kafasını tişörtün boşluğuna sokup dar boğazından geçirmeye çalışırken Chan de artık durmuştu. Zaten ne için mutfaktaydı bilmiyordu. Bu noktada her şey fazla anlamsızdı.
"Giyme onu, ben sana daha rahat bir şey vere-"
Tezgahın arkasından çıkıp Felix'e zorlandığı tişört yerine giyecek daha rahat bir şey bulmaya gidecekti ama Felix'in öfkeli bağırışı engelledi.
"Sorun bu mu amına koyayım?" Ağzı gerçekten pisti. Neyseki Chan buna alışıktı. Sesli bir nefes aldı, ne diyeceğini bilmiyordu.
"Sarhoşsun, sonra konuşuruz onu."
Felix bir süre sessizce onun ifadesiz yüzünü seyretti ama sonra delirmişçesine bir kahkaha patlattı. Sinirini görebiliyordu, sahici bir gülüş değildi bu. Tınısı bile sahte ve kulak tırmalayıcı cinstendi.
"Sarhoş falan değilim, bunu biliyorsun." Sakinleşmeye çalışıyordu. Ses tonu incelmiş, kontrole alınmıştı. Ama kendini çok uzun tutamadı. "Siktir Chan, kaçıyor musun?"
Cevap gelmedi. Felix başını iki yana sallarken ağlamasını tutuyordu. Anladı ki birçok şeyi aynı anda kaybetmişti. Zoraki abisini, uysal kardeşini, bazen babasını, bazen dostunu ve bazen adını asla koymadıkları sevgilisini... birini kaybetmişti ve bu aslında basit bir kayıp değildi. Bu çok daha fazlasıydı. Yere eğildi ve pantolonunu giymeye çalıştı. Elleri titriyordu, işi zorlaşmıştı.