chapter one

44 7 3
                                    

Amerika'nın en işlek caddesi olan Times Meydanı'nda insanlar gelip geçiyor, havanın karlı olmasına bakmadan varış noktaları için aceleci hareketlerle ilerliyorlardı. Gece yarısı yağmaya başlayan kar, sabah sekiz sularına kadar aralıksız yağmıştı ve hâlâ da yağmaya devam ediyordu.

Cherry, bulduğu ilk fırıncıya girdiğinde kapının üzerindeki çanlar birbirine çarparak içeriye bir müşterinin girdiğini haber verdi çalışanlara. İçeri girer girmez bedenini sarıp sarmalayan sıcaklığa karşılık huzurla gülümseyerek taze hamur işi kokularını içine çekti.

"Merhaba." Tezgâhâ doğru ilerleyerek ellerini ahşap yüzeye yasladı ve bakışlarını reyonlara yeni yerleştirilmiş poğaçaların, simitlerin, kruvasanların ve diğer hamur işlerinin üzerinde gezdirdi.

"Merhaba. Ne istersiniz?" diye sordu genç bir çocuk tezgâhın öbür tarafına yerleşerek. Kızıl saçlı, çilli ve henüz yirmisine ulaşmamış gibiydi.

"Imm," Cherry kararsız gözlerle inceledi reyonu. Sadece sıcak, hamur işi tüketmek için gelmişti buraya ama ne yemesi gerektiğine karar vermemişti henüz. Bu yüzden tebessüm ederek çocuğa baktı. "Kararsızım. Bana önerebileceğin bir şeyler var mı?"

Kızıl saçlı çocuk da memnuniyetle reyonda gezdirdi gözlerini ve en sonunda camı yana iterek bir kağıt parçasıyla büyük bir kruvasan aldı. "Kruvasanlar fırından yeni çıktı diğerleri gibi ama buradaki her şeyden daha çok severim ve senin de yemeni tavsiye ederim. Tabii, eğer sen de istersen."

"Elbette, olur." Cherry hafifçe gülümseyerek başını salladı. "Paket olsun." Genç çocuk hızlıca kruvasanı özenle poşete yerleştirmeye başladığında Cherry cüzdanını çıkararak tezgâhâ bir onluk bıraktı. Genç çocuk poşeti uzattığında hızlıca elinden alarak "Teşekkür ederim." dedi. "Üstü kalsın."

Fırıncıdan çıktığında elindeki poşeti sallaya sallaya ilerledi kalabalık caddede, insanlar arasında. Kar yağışı biraz yavaşlamıştı ama durmamıştı, zaten saatlerdir yağıyordu ve belli ki uzun bir süre daha yağmaya devam edecekti.

Cherry, kış ayına bayılıyordu. Gökyüzünden inci taneleri gibi düşen kar tanelerine yüzünü çevirerek tenine düşen parçaları gülümseyerek hissederdi. Ayak bileğini geçen kar birikintilerinin üzerine uzanarak yerde bedeninin izini çıkarırdı. Kar fırtınası çıktığında kahvesini kitabını kapıp pencere önüne geçer ve karın uğultusunu dinlerdi.

Ama en çok da karların arasında yürümeyi severdi. Kulağına taktığı kulaklıkta Taylor Swift'in şarkıları eşliğinde sessiz bir sokakta yürür, karton bardağındaki kahvesini yudumlar ve bazen üşüyen sokak hayvanlarına mama alırdı.

Yönünü sahile doğru çevirdiğinde çantasından kulaklıklarını çıkartarak kulağına taktı ve kabanının cebindeki telefonunu da alarak dinleyebileceği bir müzik arayışına girdi. Müzik, onun uyuşturucusuydu. Müziksiz bir hayat hayal edemezdi. Günde en az iki saat kulaklıkları kulağında, dinlerken zevk aldığı şarkıları dinler ya da yeni şarkılar keşfederek oynatma listesini büyütürdü.

Taylor Swift'in cardigan şarkısını seçtiğinde gülümseyerek telefonu geri kabanının cebine koydu. Bu sırada sahile varmıştı. Bankların çoğu boştu, bu yüzden en yakındakine ilerleyerek üzerindeki kar kalıntılarını sirkeleyerek oturdu.

Bir yandan müzik dinliyor, bir yandan kar yağışını izliyor ve bir yandan da sıcacık kruvasanını yiyordu. Mutlu olduğu şeyler böyle küçük şeylerden ibaretti, bir sokak kedisini severken veya en sevdiği tatlıyı yerken bile mutlu olan bir insandı.

Kruvasanı bittiğinde ellerini birbirine çırparak hamur kırıntılarından kurtuldu. Tam bu sırada kulağında çalan müzik değişti çünkü telefonu çalmıştı. Hızlıca telefonunu cebinden çıkarırken aynı zamanda boş poşeti de alarak ayağı kalkıyordu. Birkaç metre ötedeki çöp kutusuna elindeki poşeti attıktan sonra aramayı yanıtladı.

The Bakery | Andrew GarfieldHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin