Üzerimdeki gecelikle koltuğa rahatça yayılmıştım. Aralık pemcereden sızan soğuk rüzgar tenimi okşuyor, hafiften üşümemi sağlıyordu. Biraz ilerideki masanın üzerinde yanan mumlardan biri bitmek üzereydi. Onun erimesini ve yavaşça sönmesini izledim. Tıpkı birkaç metre arkamda, yatağında kıvranan babam gibi.Yakında ölecekti ve herhangi bir köylü gibi toprağa karışacaktı.
Tıklatılmadan açılan kapıyla gözlerimi sönen mumdan ayırdım. Kısık kahverengi gözünün altındaki ben karanlıkta bile belli oluyordu. "Burada ne yapıyorsun?" Sesi sakin ve anlayışlıydı. Başımı geri yasladım ve tavandaki işlemeleri inceledim. "Senin yaptığın şeyi, babamızın acizliğini izliyorum." Kapıyı kapattı ve bana yaklaştı. Tam da kalbinin üzerine astığı altın armaları bile çıkartmamıştı.
"Bu kılıkla nasıl koridora çıkıyorsun?" Omuz silktim. "Ben burada doğmadım mı? Benim evim burası ve istediğim gibi dolanırım." Sözlerime tebessüm ederek yanıma oturdu. Sol kolunu boynuma doladı ve beni kendine çekerek göğsüne yasladı. "Evet, burası senin evin ve istediğin gibi dolanırsın." Kokusunu içime çektim. Kocaman sarayda kendimi güvende ve rahat hissettiğim iki yerden biriydi.
Kapı tekrar açıldığında bu sefer Jason içeri girdi. Yanımda oturan Damian ile neredeyse birebir benziyorlardı. Bizi görünce kaşları önce çatıldı, sonra havalandı. "Siz beni iyice yok saymaya başladınız." Tatlı bir ikazdı bu. Ama bu hoş ortam uzun sürmedi. Karşımızda durmuş ileriye bakıyordu. Ortam gerildi ve Damian benden uzaklaştı.
"On yıl oldu." Sözleri kalbime işledi. "Onu kaybedeli." İç çekti. Ellerini yumruk yapmış, kinle bakıyordu yanakları çökmüş adama. "Ve şimdi katilinin ölümünü izliyoruz." Damian ayağa kalktı. "Ona böyle hitap eedemezsin." Jason gözlerini ayırmadan cevap verdi. "Ne zamandan beri ünvan gerçeklerin önüne geçti?" Ayağa kalktım. "Şimdi sırası değil Jason." Bana döndü. Gözlerini kin bürümüştü.
"Dayanamıyorum Elena. O adamın hâlâ nefes almasına dayanamıyorum." Sakince eline uzandım. "Biz de dayanamıyoruz Jason. O sadece senin değil, bizim de annemizdi." Gözleri sonunda bana indiğinde gözlerimin dolduğunu fark etti. Elimi bırakarak bana sarıldı. Benim gözyaşlarıma dayanamazdı. Gözyaşlarım benim en büyük kozumdu. "Ölecek değil mi?" Diye sordu beş yaşındaki bir çocuk gibi. "Bütün günahlarını cehennemde ödeyecek." Diye cevap verdim.
Geri çekildiğinde bizi sakince izleyen Damian kardeşinin omzunu tuttu. "Hizmetçilerden çay istedim." Dedi gülümseyerek. Şaşırmadık. Çünkü üçümüz de bu gece burada olacağımızı biliyorduk. Babamızın, Yüce Elpis'in kralı.
Uzandım ve Jason'ın damarlanmış elini tuttum. "Seni ve intikam arzunu taktir ediyorum Jason." Elimle geride yorganın altındaki adamı gösterdim. "Onun bu acizlik içerisinde ölmesi alabileceğimiz en büyük intikam. Lütfen kendine gel. Sen güçlü ve başarılı bir prenssin ve ileride bilge bir kral olacaksın. İnan bana o elini hiçbir şeye değmez."
Elimi savurdu. Siniri dinmemişti. "Darwin söyledi değil mi? Bu sarayda neden herkes senin adamın?" Cevap vermedim. Anlamıştı zaten. Yalanlamaya gerek yoktu. "Peki sen Damian? Neden buradasın? Yoksa sende mi Elena'ya çalışıyorsun?" Damian iç çekti. "Onun gibi bir adamın bile bu hâle düşmesi hâlâ imkansız geliyor. Bu gün, onu görmeye geldim çünkü kendime, yapılan hiçbir suçun cezasız kalmayacağını hatrlatmak istedim."
Damian her zaman en naif olanımızdı. Gülümsedim. "Bakın o artık ölmek üzere. Hepimiz rahat birer nefes almalıyız. Artık bu saray bize ait." Damian kahverengi gözlerini bana çevirdi. "Küçükken kraldan gizli oynadığımız oyunları hatırlıyor musun Jason? Trabzanlardan kayar, saklambaç oynardık." Jason iç çekti. Onu çok iyi anlıyordum.
"Bir keresinde merdivenlerden yuvarlandığımda tam da kralın ayak ucuna düşmüştün." Jason'ın hatırlattığı anıyla konuşmaya katıldım. "Evet hatta korkudan kıpırdayanamış, siz beni alana kadar öylece ayakkabıyı incelemiştim." Güldük. Sanki babamız aynı odada ölüm döşeğinde değilmiş gibi. Sanki annemiz bundan tam on yıl önce trajik bir şekilde öldürülmemiş gibi. Hep böyleydi. Bu, duvarları kanla boyanmış sarayda hep birbirimize sığınırdık. İkisinin de kolundan tutup kapıya doğru iteledim.
"Malesef bu günlük bu kadar aile zamanı yeter. Geç oldu." Onları açık kalan kapıdan itelediğimde Jason çatık kaşlarla bana baktı. "Sen burada mı kalacaksın?" Başımı iki yana salladım. "Sadece onunla biraz konuşacağım. Anlarsınız ya, hep içimde kalanları boşaltmak için iyi bir fırsat." Damian uzandı ve geceliğin tülünün üzerinden omuzumu sıvazladı.
"Geç kalma. Yarın kahvaltıyı birlikte yapalım." Başımla onayladım ve yavaş yavaş uzaklaşan abilerimi izledim. Aramızda beş yaş vardı. Anneleri, yani eski Kraliçe Mary onları doğururken vefat etmişti. Ardından kral annemle evlenmişti. Annem çok iyi ve nazik bir kadındı. Abilerimi kabullenmiş, kendi oğulları gibi büyütmüştü.
Babam ise duygusuz bir adamdı. Onları umursamaz, görmezden gelirdi. Ardından ben doğdum. Fiziksel olarak annemin bir kopyasıydım. Haliyle abilerim bana ayrı bir düşkündü. Şu hayatta benim için sadece üç kişi vardı. Abilerim ve annem. Tabi daha on yaşımdayken annem gözlerimin önünde öldürülene kadar.
Silüetler kaybolunca kapıyı kapattım. Yüzümdeki gülümseme silinmişti. Kapıyı kilitledikten sonra yavaşça odanın köşesindeki yatağa ilerledim. "Ne ironik değil mi baba? Geçmişte güçsüz olduğumu düşünerek beni hayatta bırakmıştın." Gözleriyle beni takip etti. Hareket edemiyor veya konuşamıyordu. Ama gayet iyi duyup anlayabiliyordu. Geceliğimin içine sıkıştırdığım minik şişeyi çıkardım.
"Seni yıllarca zehirledim. Küçük küçük. Vücudun buna alışınca ise dozu bir anda yükselttim." Beyazlamış kıvırcık saçlarını parmaklarıma doladım. "Ben bu meyvenin çekirdeğiyim. Ben nasıl istersem öyle olur." Şişenin kapağını açtım ve dudaklarına götürdüm. "Bu gece öleceksin baba. Annemin ölümünden daha aciz bir şekilde öleceksin. Bir zamanların dağ gibi güçlü sanılan kralı, yatağında kendi kanında boğularak ölecek."
Şişeden damlayan birkaç damla ağzına girdi.
Gözlerinde korku vardı. Ruhumu huzura kavuşturan bir korku. Yanı başındaki mumu üfleyerek söndürdüm. "İyi geceler baba. Bir daha güneşin doğumunu göremeyeceksin." Doğruldum ve odadan çıktım. İçim rahattı. Hoş bir hafiflik sarmıştı üstümü.
Gün daha yeni doğacaktı. Ve o bunu göremeyecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çekirdek
ChickLitİkiye ayrılmış bir krallığın çekirdeğiydim. Ailemden, halkımdan ve haklarımdan menedilen. Ben çekirdektim, istenilmeyen, alıkonulan. Ben son kozdum, beklenilmeyen, gözardı edilen. Ben... Bendim. Sanırım emin olduğum tek gerçek de buydu.