Tolstoy der ki :
Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar. Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.
Gece uçuşu güzeldi. Bulutları gecenin karanlığında görüp gelmişti havaalanına daha güneş doğmadan. Dayısının tüm ısrarlarına rağmen havaalanından alınmayı kabul etmeyeceği için uçuş saatini bile söylememişti. Hatta taksiyle bile gitmek istemiyordu. Önceki gün arayıp araba kiralamış havaalanından da alacaktı şimdi.Kimseyi görmeden önce sindirmesi lazımdı. Bu şehirde olduğunu sindirmeliydi o. Mardin'e ayak bastığını sindirmeliydi. Hatta o kadar ki burdan neden gittiğini de sindirmeliydi. Burada kimlerin olduğunu da.
Günün ilk ışıklarıyla Midyat'a girmişti.
Merkeze birkaç kilometre kalmışken aniden durdurdu arabasını. Elleriyle istemsizce sıktığını fark ettiği direksiyonu bıraktı.Arabadan indi ve güneşin doğuşunun buradan ne ihtişamlı, güneşin ne yakın olduğunu düşündü. Güneş gerçekten de yakındı.
Ellerini arkasında bağlayıp yamacın ucuna kadar geldi. Derin bir nefes çekti içine.
Buraya her gelişinde içi ni daralırdı ama şimdiki gibi arabayı durdurup nefes almak hiç gelmemişti içinden.
Zaten sadece dayısını görmek için çok nadir gelirdi. Onda da yapması gerekeni yapar, kısa süre kalır giderdi. Dayısını çok sevmesine rağmen onun için bile katlanamıyordu buraya. Belki de daha önce daralmasına rağmen yola devam etmesinin tek sebebi olsun ve bitsin artık diye hareket etmesiydi.
Rüzgar daha önce alnına hafifçe düşürdüğü kıvırcığa yakın dalgalı saçlarını uçuruyor, Agah ise gözlerini kapatmış güneşin doğumunu hissediyordu.
Güneş yüzüne doğdu Agah'ın. Sabah rüzgarı ciğerlerine doldu ve ona bir koku getirdi sanki. Nefes alamayacağını düşündüğü bir yerden nefes getirdi.
İlçenin içine girdiğinde arabasını bıraktı. Etraf sakindi. İstanbul'da bu saatte ne kadar trafik olduğunu düşündü bi an. Sabah mesai saatine yakın trafiğin nasıl kilitlendiğini.
Sokaklarda dolaştı, dolaştı, dolaştı. Hem çok şey geçti zihninden, hem de hiç bir şey düşünmedi. Aklına gelen simalar, sesler, yaşanmışlıklar gözünün önünden sanki yoldan geçerken gözünün duvardaki istemeden okuduğu broşürlermişçesineydi. Bi andan fazlasını düşünmek istemiyor, düşünecek gibi olduğu zaman düşünceleri dağlıyordu. Kendi hayatı aniden okuduğu kitaptaki bir karakterin hikayesine dönüyordu ve ordan da bir arkadaşının derdine. Yürüdükçe yürümeye devam etti.
Zihninden çıkıp nerde olduğunu idrak ettiğinde bir kitapçının vitrininde olduğunu fark etti. İçeri girdi, elleri ceplerinde. "Hoşgeldiniz" diyen adama bir baş selamı verdi. Rafların arasında kitaplara baktı.
Gözleri dolandı raftaki kitapların üstünde. Çoğu okuduğu kitaplardandı.
Eli, zihninde bıraktığı etkiden dolayı, sevdiğin bir şeye bakarken istemsizce gözbebeklerinin büyümesi gibi, istemsizce o kitaba gitti.Ama gözü onunla değildi, farklı bir şey arıyordu gözleri. Parmaklarının değdiği şeyin kitap cildi olmadığını fark edene kadar, farklı bir şey arıyordu gözleri.
Soluna doğru yüzünü çevirdiği zaman, buldu sanki. Parmak uçlarındaki, yumuşak ve ince parmak boğumlarını hissetti. Gözlerine bakan o gözlerin içini gördü.
Nasıl bakıyordu bu kız; hem mağrur, hem kırgın.. Hem buradaki en önemli kişi benim ayağını denk al dercesine, hem de bak ben de çaresizim senin gibi, bak ben de nefes almaya geldim bu raflar arasında der gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ah Delal
Romance"Her yerde karşılaşıyoruz" Tatlı gülümsemesi ve onun karşısında istemsizce üzerine oturan utangaç tavrıyla söylemişti bunu. "Yanılıyorsunuz" dedi etkikenmiş sesiyle. "Ben her yerde sizin karşınıza çıkıyorum." *** Kapının açılma sesini duydu. Korkuyo...