Bir gün beni aramanı istiyorum.
Öyle telefonla değil;
Şefkatimi ara, kokumu ara, sevgimi ara...~Cemal Süreyya
✨
İzmir...
Ülkemde yaşayan çoğu kişinin hayran olduğu, doğudaki, güneydeki, kuzeydeki bazen batıdaki... kısacası nerede olursa olsun insanların gıptayla baktığı; dışarıdan özgür ve anarşik gözüken ancak içerden bakıldığında isten pastan geçilmeyen o şehir. Adı duyulmuş birkaç ilçesi, birkaç semti dışında hiçbir özelliği yok.
Tabi benim gözümde....
Evlerin üst üste bindiği, sokak aralarının tekin olmadığı, ekonomik durumun elverişsizse imkanların birçok şehre göre daha kısıtlı olduğu, mahallelerin kırık kaldırım taşları ve bir türlü bitmek bilmeyen altyapı çalışmalarının neden olduğu asfalt çukurları, her yağmurda esnafın su basan dükkanı, belediye ekiplerinin ara sokaklardan haftalık topladığı çöplerin evlere dolan kokusu, bitmek bilmeyen kan davaları ve ağır abi kavgaları...
Kan, ter, koşuşturma, kasvet...
Bu şehri ve detaylarını düşündükçe içimde çağlayan alevlere tonlarca su dökseniz alevler mümkünü varmış gibi daha fazla yayılır da durulmaz.
Çocukluk yaşamak daha kötüdür bu şehirde. Dünyaya gelmeden hayata başlamak, emeklemeden koşmak, susarken konuşmak, düşerken durmak, kanayan dizlerinin acısıyla cebelleşirken tekrardan yere düşmek, nereden geldiğini bilmediğin naftalin kokulu pembe montla sahil kenarında kağıt helva yiyen çocukları seyretmek, Saat Kulesi'nin etrafında güvercin kovalarken yem atan akranlara imrenmek, vapura bindiğinde çocuğunu sahiplenici bir tutuşla korurken bir yandan onun gevrek fırlatmasını kahkahalarla izleyen annenin - babanın dikkatini çekip -böylece sana acıyıp martılara gevrek atmana izin verebilirler- eğlenceli birkaç dakika yaşamak...
Bolca gözyaşı dökmek ve acılara boğulmak.
Okula gidebilmek için babanın ağzının içine bakmak.
Eskilerle idare etmek ve yenileri saklamak.
Oyuncakları ve çikolataları ulaşılmaz sanmak.
Oyunlarda dışlanmak.
Bir evin köşesinden, elindeki pasaklı bez bebekle ip atlayan kızları, bilye oynayan erkekleri seyretmek...
"Hıı!" Koluma değen yabancı bir elle yerimde sıçrarken iki yanımda sallanan poşetler büyük bir gürültüyle yere düştü. Korkuyla etrafıma baktığımda birkaç adım ilerimde 8-9 yaşlarında iki kız çocuğunun ve onlardan birkaç yaş küçük gözüken bir erkek çocuğunun garipseyen ama bir o kadar da eğlenen bakışlarla beni izlediğini gördüm. Rahatlayan nefesimi sokağa salarken bir elimin korkudan göğsüme çıktığını anca fark ettim.
"Bir şey mi dağıtıyorsun?" erkek olan incecik sesiyle bir adım öne çıktı. "Bugün kandil mi?"
Söylediğini idrak edemedim "Anlamadım?"
"Şey hani cuma günleri ya da kandillerde bir şeyler dağıtıyorlar ya bazen... Elindeki poşetlerle bizi izleyince biz de bir şeyler dağıtıyorsun sandık." Kızlardan kumral olan, ufaklığın ne demek istediğini açıkladı. Abuklamış bir halde önce yere düşürdüğüm poşetlere daha sonra karşımdaki çocuklara baktım. Marketten dönerken yokuş çıkmakta epey zorlanmış, yorulmuştum ve kaldırımda dinlenirken sokakta oyun oynayan bu çocuklara dalmıştım. Algılarım yavaş yavaş açılmaya başladığında tebessüm ederek yere eğildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MİLANO
Подростковая литератураİsmim ağzından öyle garip dökülmüştü ki telaffuzu karşısında gülmeden edemedim. "Türkler bunu nasıl söylüyor?" "Emin ol birçoğundan daha iyi söyledin. Orada da epey zorlanılan bir isim." "Hey, tekrar et. Bir daha deneyeceğim." Soluklanırcasına güld...