15

1.3K 336 61
                                    

Selamlar dostlar. 

Çok beklettiğimi biliyorum. Lütfen kusura bakmayın. Sağlığım iyi. Her şey yolunda. Sadece yaz tatili telaşesi, işlerin yoğunluğu, koşturmaca gibi durumlar vardı. En kısa zamanda bir bölüm daha atıp gönlünüzü almak niyetindeyim. 

Selametle...


***

                                   Başını yasladığı demir parmaklıktan kaldırdı, Habibe. Gözleri uyku mahmuru yorgunluğundaydı. Az önce ağlamış da yeni dinmiş gibi yaşları göz pınarları ıslaktı. Derin nefes alıp veren birinin nefesinin sesini dinliyordu. Bir yerlerde onun gibi suçlu adledilen başkaları daha vardı. Annelerinin katili oldukları konusunda birilerinin şüpheye düştüğü evlatlar. Bazıları hakikaten katillerdi. Düşmem diyen düşer, yapmam diyen yapardı. Allah'ın bu konuda öğretmek istediklerinden sebeplenmeyen kimler varsa onların karşısına yapmam dedikleri imtihan olarak çıkardı. İnsan annesinin canına nasıl kıyar diye sorduğunda bunun cevabını yıllar verirdi. Habibe yine de aklının almadığı bu düşünce içindeydi. O nasıl kıyardı annesinin canına? O kıymadıysa annesi kendine nasıl yapardı bu kötülüğü? Ahiretini nasıl olur da hiç eder, yok ederdi.

                                Hayatım zaten hep tutsak geçmedi mi diye düşündü? Görülmeyen parmaklıklar ardından, resmi görevi olmayan gardiyanların esaretinde. İlk özgürlüğü yaşayacağını sandığı koca eviydi. Orada daha ağır hapisane şartlarına maruz kalmıştı. Kocasının ölümüne kimse çok görmesin ama üzülememişti Habibe. Berat haberi gelmiş, af çıkmış mahkûmlar gibiydi. Kocası ölen kadının yeri kocasının evidir dediklerinde kocasının ölüm haberi üzerine yük gelmeye başlamıştı ancak babası, nur içinde yatsın, çocuğu olmayan kadının koca evinde beklemesinin manası olmadığını söyleyip kızına sahip çıkmıştı. Yeni bir esaret değildi babasının evi. Zaten bildiği, alıştığı; diğerinden daha çok benimsediği hayattı. Pencerenin içerisinden dışarıdaki hayatları izlerdi. Özenirdi. İç çekerdi. Hayal kurardı. Ah hayaller onlar olmasa nasıl yaşardı bilemiyordu Habibe. Biraz daha kabullenebilse rabbinin ona sunduğu hayatı, ikramları ile lezzetleri ile yaşamayı bilse... Olmuyordu, imanı belki de bu noktada eksik kalıyordu. Bazen de bunu ona dayatanlara öfke duyuyordu. Bilhassa babasına. Annesi daha yumuşak, daha kabul edebilir bir noktadaydı çünkü. Evet, onun da sınırları vardı, kuralları ancak bekçi gibi görmüyordu kendisini Habibe'nin başında. Gerçek manada ilk özgürlüğü babasının vefatından sonra tek başına sokağa çıktığında yaşamıştı. Ehliyet alışı, sınavlara bir başına gidip gelişi... Toplu taşımada yanında kimse olmadan ineceği durağa karar vermesi. Deniz kenarında bir bardak çay içişi, öylesine, bir başına, kimsesiz gibi... Ne keyifliydi Allah'ım. İnsan olduğunu, dünya nimetlerinin onun için de var olduğunu hissettiği ilk zamanlardı. Sonra Afşar...

                                 Bir kadının helali olmadığı bir erkeğe karşı beğeni hissetmesinin, duygularının olması, onunla ilgili hayaller kurabilmesinin mümkün oluşu ile tanışma zamanıydı. Televizyonsuz büyüdüğü evde aşkı kitaplardan başka bir yerden tanımazdı. Bir de Zübeyde Ablası anlatmıştı ona aşkı. Kişinin bedenini, ruhunu, zihnini ele geçiren bir musibet olduğunu ancak öyle bir musibeti yaşarken hissedilen heyecanın doludizgin olduğunu yaşanılan hiçbir keyifli ana benzemediğini anlatmıştı. Elin kolun fazla, davranışların aşırı, aklın fikrin hep onda olur demişti. Demişti de ne fazla görünmüştü kızın gözüne. Demişti de nasıl yaşanması imkânsız görünmüştü gözüne.

                                   Onun tanıdığı erkekler hep fazlaca ağırbaşlı kimselerdi. Az konuşurlardı. Sert dururlardı. Mesafe koyarlardı kadınlarla aralarına. Habibe, kocasının bile onunla mesafeli oluşunun erkek tabiatı gereği olduğunu zannettiği yıllar geçirmişti. Ancak Afşar'da mesafe yoktu. Afşar yakındı insana. Derdini oturup bir çırpıda anlatabileceğin ve anlaşılmaktan korkmayacağın biriydi. Afşar farklıydı. Tanıdığı bildiği bütün erkeklerden farklıydı. Hali, tavrı, sözleri, şakaları, öfkesi... Uyurken bile ayaklarını sallayan adamdı Afşar. Kendinden eminliğine rağmen düşüyordu çelişkilere bir öyle bir böyleydi. Sonra merhametten yanıyor uzatıyordu elini. Tam teslim olmasa da insanın kalbinde iyi olacağına dair umut var oluyordu. Yine de ne kadar farklılardı. O farklılığa rağmen birini sevmek. Zübeyde Ablasının söylediği gibi yanındayken eli kolu fazla ve davranışları aşırı oluyordu. Aklı fikri de ondaydı sahi. Şimdi onun yüzünden vazifesinden alınırsa... Ah, nasıl da yanardı içi. Nasıl da kıyamazdı sevdiğine. Nasıl da yorardı onu bundan sonra hayat. Kader deyip razı gelmesi gerekirdi. Allah'tan deyip hayrını görmesi gerekirdi de nefsi öyle demiyordu. Habibe alışkındı kendinden başkalarını düşünmeye. Bu sebepten de kendisi mevzubahis olduğunda nefsine yenilmeden kabule geçiyor, hayrı görmeyi bekliyordu da ne hakkı vardı Afşar'ın hayatı hakkında hayrı bekleyip mevcut koşullarını alt üst etmeye. Kendince bir düzeni vardı zaten. Küçük bir kızı. Dağınık da olsa bir hayatı. Tuhaf kadınlarla tuhaf ilişkileri. Zinayla da olsa o kadınlarla birlikte olarak mutlu oluyordu ise Habibe'nin haddi miydi bu düzeni değiştirmek. Önce nikaha zorlamıştı ona. Bana nikah kıy dememişti ya. İşte annesi öleceğini bilir gibi tutup onu Afşar'a emanet etmişti. Ne demeye... Ne hakla... Sadece bir keresinde annesine: "Şu polis," demişti. "Ne güzel gözleri var. Gayriihtiyari insan konuşurken gözlerine bakıveriyor," dedi diye yüreğinde başlayan yangını mı bilmişti yoksa? Bir de öleceğini bilmiş olması lazımdı. Annesi öleceğini bilmiş miydi sanki? Ah anne! Sen gittin gideli bir başıma daha özgür ama daha bir yalnızım. Esaret mi yalnızlık mı deseler şaşar kalırım da bulamam hangisini seçeceğimi. Bu dünyada ikisi de zor, çok zor.

Sana Kendimi AnlatsamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin