Otuz sekizinci bölüm: Ceza ( part 3)

8 1 0
                                    

- Nereye gidiyoruz?
- Bilmiyorum ki. Aç mısın ?
- Hayır yeni yedik.
- O zaman atıştırmalık birşeyler alalım. Başbaşa kalabileceğimiz bir yere gitmek istiyorum. Çok fazlada bir zamanımız yok. Güzel gördüğümüz bir yerde dururuz olurmu?
- Olur Sinam. Yol kenarı bile olur, farketmez.
- Sen hep böyle kanaatkar mısın yoksa gözümümü boyuyorsun ?
- Sen hep böyle şakacı mısın yoksa gözümümü boyuyorsun?
- Kısasa kısas öyle olsun..
- Öyle..
- Bir markete girelim önce alalım alacaklarımızı. Bulalım bir yer. Kısasa kısası göreceksin o zaman küçük hanım.
- Tehdit demek. İyi madem çok arama bak market. Dur burda alalım da gidelim.
- Ceza bekletilmemeli haklısın.
- Aa bak şurada park var. Orda oturalım mı? Kamelyalar da var. Kimsede gözükmüyor.
- Tamam olur.
- Sen al kafana göre. Bende yer tutayım. Hazır bulmuşken kaçırmayalım.
- Haklısın. Sen geç ben hemen geliyorum.
Cümlesini tamamlamayı beklemeden gitmeye başlamıştı bile. Annemle o kadar pazarlık yaptı. Uymazsa olmazdı tabi. O yüzden de acele ediyordu. Telefonlarımızı alıp kilitledim arabayı. Yandaki parka doğru ilerledim. Arabanın yanındayken bir tane kamelya görmüştüm ama ağaçların arkasında bir tane daha vardı. Tam aradığımız gibi sakin ve sessizdi. Henüz öğlen olduğundan çocuklarda okuldaydı belliki. Etrafta hiç kimsecikler yoktu. Geçip oturdum ikinci kamelyaya. Saate baktım. 14 . 10 du. Resmen on dakikaya bulmuştuk aradığımız yeri. Allah yardım etmişti bize şükürler olsun. Geriye 1 saat 35 dakika kalmıştı. Bakıldığında üç ay üzerine çok az bir zamandı ama bu kadarı bile çok kıymetliydi bizim için. Bu hafta yoğunluktan hiç başbaşa kalamamıştık gerçekten. Yoğunluk da bitecek gibi durmuyordu. İki gün sonra nişan vardı. Sonraki günde Sina askere dönüyordu zaten. Bu buluşma çok iyi gelmişti o yüzden ikimizede. Tek bir dakikasını bile boşa harcamak istemiyorduk.
Sonunda çıkmıştı marketten. İki poşeti doldurmuş getiriyordu. Nasıl yiyecektik bu kadar şeyi acaba
- Sina ne yaptın?
- Ne seviyorsun bilmediğim için çeşitli aldım.
- Kim yiyecek bu kadar şeyi !
- Yenir ya bir şekilde. Canın sıkıldıkça yersin işte.
- Neyse koyda ne aldın bakayım.
- Çiğ köfte?
- O yenir işte.
Poşetleri zorumla koydu sonunda masaya. Tuzlu tatlı herşeyden birkaç çeşit almıştı. İçeceği bile bir tane almamıştı adam ya. Parası çoktu herhalde. Nasıl bitecekti bu kadar şey cidden.
- Gözlerini kapat .
- Neden?
- Kapat Sina
- Tamam.
Görüyormu diye kontrol ettikten sonra elindekileri alıp masaya koydum. Sözümü yerine getirme zamanı gelmişti artık. O bana hatırlatmadan ben harekete geçmeliydim. Ona verdiğim sözü unutmadığımı bilmeliydi. Yavaşça yaklaştım önce. İlk defa böyle büyük bir adım atacaktım ona. Biraz endişeli ve hatta tedirgindim. Kötü bir şey olmayacağını biliyordum ama böyle bir adım atıyor olmak biraz heyecan yapmama sebep olmuştu. En iyisi heyecan beni ele geçirip saçmalamadan direkt sarılmakdı. Aklımdakileri dinlersem vazgeçebilirdim. Düşünmeye izin vermeden direkt yapmalıydım. Son verdiğim kararla beraber aniden sarıldım ona. Hızlı bir karar sonucu çıkan bir hareket olduğu için sanki koşarak sarılmışım gibi hızlı oldu. Oda böyle bir şey beklemediği için birkaç adım geriledi. Evet yapmıştım işte. Sarılmıştım ona. Gözlerini açtı. Bana baktığının farkındaydım. Ama kafamı kaldırıp bakmaya utanıyordum. Çünkü oda bana sarılıyordu şuan. Bu durumda nasıl bakabilirdim ki yüzüne. Sina dan utanarak Sina nın göğsüne saklanmıştım. Ondan gene ona sığınmıştım.
- Sözüm vardı ya . Onuda gitmeden gerçekleştireyim diye..
- Hım..
Kolları belimde kafası kafamın üstündeydi.
- Birde cezan vardı hatırlatırım.

Kınalı Parmak Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin