bölüm 9) kırıntılarla karın doyurmak

407 57 39
                                    

Hiç bilmediğim bir şehrin, bir çiçeğin ismi olduğunu anımsadığım bir sokağında alelacele taksiye binerken telefonum çaldı. Arayan Taehyun'du. Şaşkındım, çok alışkın değildim ismini telefonumda öylece görmeye. Taksi şoförüne ana caddeye çıkmasını söyledikten sonra açtım telefonu. "Taehyun?" dedim. "Beomgyu..." dedi nefes nefese kalmış sesiyle. "Biri var peşimde." Telefonda sık sık nefeslerini duyuyordum, o kadar nefes nefeseydi ki kelimeleri seçmekte zorlanmıştım. "Kim? Neredesin?" dedim endişeyle. İçimden bir ses onun da burada, bu bilinmez şehirde olduğunu söylüyordu ama bu hissin nereden geldiğini bilmiyordum.

"Bilmiyorum!" dedi aceleyle ve hışımla. "Ama peşimde, kovalıyor beni." Neredeyse çaresizdi. Taksi şoförüne durmasını söyledim. "Taehyun, neredeysen seni alacağım. Söyle, neredesin? Etrafında ne var?"

"Bir depo." diyor sadece. Bulmamı istiyor deli gibi, ama nedense isteksiz de bunun için. "Deponun üzerinde bir şey yazıyor mu?" diye sordum merakla. "Peki ya cadde ismi, sokak ismi, herhangi bir şey?"

İçimden bir his onun yakında olduğunu da söylüyordu. Şoföre "Bir depo," diyordum. "Oraya sür."

Taehyun'un nefes sesleri yerini sessizliğe bıraktığında onun derin bir nefes aldığını duymuştum. "Taehyun?" dedim. "Bir yere saklandım. Deponun yakınlarına." dedi.

"Çok iyi, hangi sokaktasın biliyor musun peki?"

"Nilüfer, diye bir sokak."

Şoför bizim zaten o sokakta olduğumuzu söylüyordu. "Taehyun, o sokaktayız biz de. Tam olarak neredesin? Seni kurtaracağım." diyorum heyecanla. Taehyun'un nefes sesleri neredeyse şok olmuş diyebileceğim bir hızda kesiliyor, ardından telefon yüzüme kapanıyor.

Ve uyanıyorum, endişeden nefes nefese kalmış vaziyette.

İlk dakikalarda gerçekten nerede olduğumu anlamamıştım ama Changbin'in karşı koltukta kendini yaya yaya oturmuş bir şekilde uyuyakalmasından Changbinlerde olduğumu anlamam uzun sürmemişti. Ağzım kuruydu, başım çatlıyordu ve karnım ağrıyordu. Bacaklarım sızlıyordu. Burnum akıyordu. Geçen gün cehennemden bir gece çalmışım gibi hissediyordum.

Tabii, dün gece.

22 Ekim geçebileceği en korkunç şekilde geçmişti. Bunu fark etmek bile çok üzmüştü beni, normalde senenin en güzel günü olurdu – çünkü adı üzerinde, özgür olurdum. Eğlenirdim, bana benzeyen ve benim gibi olanlarla dertleşirdim. İçerdim, dans ederdim, kaygısızca ve yüksek sesle gülerdim. Şimdi ise Soobin'in ne halde olduğunu bilmiyordum, hakeza Taehyun'un da. Karnımdaki ağrıya bakılırsa o da iyi bir halde değildi, böylece onunla da bir paradoksa girmiştik. O kızgınlığında ben endişeliyim diye endişeleniyordu, ben o kızgınlığında kötüleşti diye daha çok ağrı çekiyordum ama ikimiz de hiçbir şey yapmıyorduk. Ben ne kadar istesem de önümde duvarlar örülüydü, o da dünkü çıkışmamdan sonra tahminimce kolay kolay aramazdı artık.

Derince bir iç çekip etrafımda Soobin'i aramaya koyuldum. Changbin salonda başımda uyuyakaldıysa demek ki Soobin hastaneye yatacak kadar zarar almamıştı; ki bu da içimi şu anlık rahatlatan bir şeydi. Ama kuvvetle muhtemel Changbin ona kendi odasını vermişti, eğer ki kraliyet muamelesini hak etmişse demek ki evire çevire dövmüşlerdi; ki bu da kötü haberdi.

Gerçekten de Changbin'in odasında bulmuştum onu. Ölü gibi yatıyordu, öyle derin bir uykuda gözüküyordu ki bağırsam çağırsam uyanmayacak gibiydi. Soobin'in derin uyuma huyunu hatırlamak beni gülümsetmişti ama sonra gülümsemem buruklaştı, gözlerimde boncuk boncuk yaşlara doğru evrildi. Özgürlük Günü'ne benimle gelmek istediğini biliyordum. Ama onun sormaya götü yememişti, Changbin de bana tam olarak bunu demeden çıtlatmaya çalışmıştı ama nafileydi, onca şeyden sonra Soobin'den adım beklemiştim. Belki benle gelse güvende olurdu.

worse than nicotine (taegyu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin