Bir insanın hikayesi iki şekilde başlar demişlerdi. Ya o şehre yabancı gelir, ya da kişi şehirden ayrılırmış. Benimse kendi hikayemi yazmam için elime neredeyse elli tane fırsat geçse de, annemin içinde kurt kaynayan işi nedeniyle bir türlü ilk sayfayı dolduramadan taşınıyorduk. Nasıl oluyor bilmiyorum, mimar dediğin yerli yerinde durmaz mıydı? Ben mi yanlış hatırlıyorum?"Ben asla peyzaj okumayacağım." dedim annemin de duyabileceği bir şekilde. Taşınacağımızı söylediğinde annem eşyaları kolilemeye başlamıştı bile, benimse henüz yeni haberim oluyordu. Burada bir arkadaş bile edinemeden taşınıyorduk. "Gölyazı" dedi kapının önünde durup.
"Ne?" dedim kısık bir sesle. Gölyazı mı? Hiç duymamıştım. "Evet, artık durak noktası orası. Bir ofis açacağım, orada yaşayacağız."
"Anne sen iş için oraya gittiğimize emin misin? Çünkü bana daha çok babamdan kaçıyormuşuz gibi geliyor."
"Kızım şeytan bile babandan kaçmak için cennetin kapısını yumruklar. Ama hayır, Gölyazı'yı güzelleştirmeye gidiyoruz." dedi ve elindeki bantı yanıma attı. "Alabildiğin her şeyi al, orada her şeyi sıfırdan kuracağız."
İşte, benim maceram mı desem, sınavım mı desem aynı, her seferinde bu şekilde başlıyordu. Kitaplarımı, eskiz defterlerimi ve posterlerimi itinayla kutuya yerleştirip bantladım. İçimden bir ses, gideceğimiz yere ruhumun çekildiğini söylüyordu ama muhtemelen bu çekilme, sinir ve stresten dolayı aşağı çekilen tansiyonumdu. Yaşlıydım, yirmi üç yaşına gelmiştim. Artık beni huzurevi paklardı.
Almak istediğim, alabileceğim her şeyi toparlayıp arabanın arkasına yerleştirdikten sonra küçük ama benim için koca dünyamı sığan evimize el salladım. "Neyseki bu sefer odama alışamamıştım."Annem gülümsedi, onun gülümsemesi benimkinden daha buruktu. Bu da bu işin içinde birşeyler olduğuna işaret ediyordu.
Sırt çantamı ayağımın altına alıp ön koltuğa yerleştikten sonra annemi izledim. Her zaman arabaya önce ayaklarını atar sonra otururdu. Bunu genellikle erkeklerin yaptığını düşünüyordum. Ama annem böylesinin daha rahat olduğunu söylediğinde irdelemeyi keserek aşırı düşünme olayıma bir yeni konu daha eklemeyi engelledim. Kendi hayatımı kurtarmış oldum yani."Tam olarak kaç saat yolda olacağız?" dedim sessizliği bozarak. Annem, uzun saçlarını arkaya doğru savurdu, koyu kumral saçlarının arasından yayılan mint kokusu, pencereden giren rüzgârın eşliğinde burnuma ilişmişti. Annem, kendimi bildim bileli bu mint şampuanı kullanıyordu. Çocukluğumdan bana ulaşan anılarımda, en sevdiğim şey ona sarıldığım zaman saçlarını koklamaktı. Bana huzuru hissettiriyor, hayallerime cennetin mint koktuğunu işliyordu.
Eliyle yüzünü havaladı. "Beş, beş buçuk saat aşkım." Onu onaylayıp arkama yaslandım ve elim radyoya ilişti. Açılan ilk şarkı, sıkça dinlediğim Uzunlar şarkısıydı. Annemle dinlediğimiz tüm listeler ortaktı. Bazen düşündüğüm şey, annemle ruhumuzun aynı yaş olduğuydu. Belki de babamdan bu yüzden kaçtı, onun ruhu babam için fazlasıyla gençti. Babamın tek gayesi çalışmak ve yatmaktı. Annemse, her sabah büyük bir aşkla kalkıp çiçekleri sulayıp onlarla konuşur, bahçeyle ilgilenir ve ruhunu yenilerdi. Bu yüzden peyzaj mimarı olduğunu söylerdi hep. Bu mesleğe aşıktı.
Yolda gördüğümüz ilk benzin istasyonunda durduğunda daha şimdiden kaskatı kesilen sırtımı gererek araçtan indim.
"Soğuk içecek alıyorum, içer misin?"
"Kola istiyorum, iki kutu lütfen!" dedim onun duyabileceği şekilde. O sırada çalışanlardan biri benzini doldurmak için harekete geçti. Telefonumun internetini açtığımda hiçbir bildirim olmaması beni üzerken babamdan gelen bir mesajla annemin olduğu yöne baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaz Dönümü Masalı
Teen FictionBir yaz dönümü masalı.. Aşk bile bile tutsak olmak mıdır gerçekten? Her şeyi affeder miydi şarkılardaki gibi? Hayatımın sadece şarkı sözlerinden ibaret olmasını dilerdim...