Bir kitabın son cümlesinde yaşıyor gibiydim. En başa sarsam da işin sonunda hep bitiyordum. O mürekkep her daim hayal kırıklığı doluydu. Kaç genç kızın hayatı böyle solup gidiyordu? İstemediği bir hayatta yitip giden kaç ruh şahitti bana? Bence milyonlarca. Kendimden o kadar çok vardı ki bir yerlerde benimle aynı çığlıkları atıyor, üstlerine yapışan kirli elleri bükmeye çalışıyordu. Şimdi ruhlar aleminde hepimizin bağımsız olduğu bir haksızlık söz konusuydu. Bedenlerin, kirli bedenlerin altında ezildiği bir dünyada, ruhun bana bahşettiği semavi ülkeler beni tatmin etmiyordu.
Binlerce su damlası tenimi sıyırıp geçti ama bence ben hala kirliydim. Hiçbir berrak su bu leşliği temizlemeye yetmeyecekti. Eminim iyi gelecekti bana bir nisan yağmuru ya da bir okyanusun en derin yeri.
Bu düşüncemden hemen uzaklaştım. Boğulmak dehşet verici bir acıyı beraberinde getiriyordu. Ciğerlerini patlatıyor gibi bir his, basıncın sana sunduğu sayısız ağrı. Saatlerce bilinçsiz yerde yatmama sebep olmuştu ama şimdi şükreder gibiydim. Beynime gitmeyen oksijen bana kalıcı bir hasar bırakabilirdi. Vücudum da ki onlarca morluk buna güldü. Göğüs kafesimde beliren ani sızılar, bir kaç kaburgamın benden bağımsız olduğuna delaletti. Ama olsun ben hala beynimde kalıcı bir hasar bırakmadığı için minnettardım. Ayılır gibi olduğumda beni direkt üst kat banyoya çıkarıp, soğuk suyu üstüme açmıştı. Bir aptalın ölüm kalım oyununda yarı baygın level atlayıp duruyordum.
Kapı onuncu defa tıklatıldığında, afedersiniz -yumruklatıldığında- artık kulağımı oraya vermeyi düşündüm. Suyu kapattım, bir kaç saniyelik sessizlik onu dinlediğimi anlamışcasına bölündü.
"Çık, akşama kadar seni bekleyemem."
Gözlerimi devirdim. O kadar anlamsız şeylere takılır olmuştum ki şimdi bağırıp, "Aptal zaten akşam," demek istiyordum. Ama sustum.
"Temiz kıyafet lazım bana," dedim düşündüğümün aksine.
İmalı bir sırıtış sesi kapı ardında belirdi. Boş bakışlarımı beni görmeyeceğini bilsem de kapıya adadım.
"Benim kıyafetlerden al buraya her hafta kız atmıyorum," dedi.
"Senin o iğrenç kıyafetlerini asla giymem," dedim net bir sesle.
Etrafımı taradım, üstümü sarabileceğim bir havlu bile yoktu. Zaten tarakla şampuanı zar zor almıştım. Karışan saçlarımı taramam yarım saatimi almıştı. Ve bir avuç dolusu vedalaşmak üzere çöp kutusuna giden saç telini.
"Tarzımın iyi olduğunu söylerler aslında," dedi alaya alarak.
"Bir katile göre fazla resmi."
Bu hazırcevap tavrımı bir yerlere gömmem lazımdı. Kaç gündür yediğim dayakların temelinde hep gerekçe oydu.
Kısa süreli bir sessizlik oluştu. O arada ben duşakabinden çıkıp kapının önüne yığılmıştım. Üstüme atacak hiçbir şey olmadığı için çıkamıyordum. Gelinlik sırılsıklam yerde duruyordu. Hoş, kuru olsaydı da giymeye pek niyetim yoktu. Sıkıntıyla nefesimi üfledim. Banyo buhardan görünmüyordu. Saatlerdir suyun altında düşünce molası vermiştim.
Başımı bir omzuma yaslayıp bekledim öylece. Saçlarımdan damlayan su kurumuş tenimi ıslatıyordu. Şimdi bir makas olsaydı, bunu saçlarıma geçirmekten geri durmazdım. Acı bir tebessüm dudaklarıma yerleşti. Hayatım boyunca hiç kendi irademle kısa saç kullanmamıştım. Bir gün sıra arkadaşım bitlerini bana bulaştırdığında üvey annem kökünden kesmişti. Oysa annem olsa temizlemeye çalışırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SINIRDAKİ YABANCI +18
Ficção GeralBU HİKAYENİN BİR ÇOK KISMINDA RAHATSIZ EDİCİ İÇERİK BULUNMAKTADIR. "Teninde bir ilkbahar havası ama için kar kış. Gözlerin yorgun, ruhun darmadağın. Korkuyla baktığın bu yollar senin kaderin, bu gözler senin katilin." Bakışlarında bir kasvet, kehane...