Bölüm 4: Barakmuslu Mezarlığı

2 0 0
                                    

Kaç ve kurtar kendini çünkü ölüme hiç olmadığın kadar yakınsın.

Bana hiç olmadığın kadar yakınsın.

Bak, sanki bir manga asker ellerinde tüfekleriyle karşına dizilmişler de ellerinde çiçeklerle onlara gülümsüyorsun. 

Kaç, İlkay. Gözlerinde o tanıdık çiçeklerin kokusu bana gülümsüyorsun.

Söyleyemedim, kaçmasını isteyemedim.

Onun yerine gitmem gerektiğini söyledim ve uzaklaştım yanından. Ellerim yeterince kana bulanmıştı, yeterince cinayet işlemiştim ama belli ki o yeterince ölmemişti. Daha ölecek ruhu vardı ama benim öldürecek kadar ruhum kalmamıştı. Belli belirsiz gülümsedim, belki de bir ruhum hiç olmamıştı, belki de yanılmıştı. Beni sevebileceğini sanarken yanılan o muydu yoksa sevileceğini sanarken yanılan ben miydim? Boşverdim, onu düşünemezdim, bu kadar fazla değil, üstelik güneş daha yeni doğuyordu. Bir defa daha kaçtığımla, ama bu sefer başkası için, yüzleştim aniden. Yapmak zorundaydım, görünen o ki İlkay'ın ölümden kaçması değil benim katil olmaktan kaçmam gerekiyordu. O ölmeye hevesliydi ama ben onu da öldürmek istemiyordum. Bir kez daha değil. Bir kez daha, süngülerimi kana bulayamazdım.

Bir kez daha öldüremezdim.

Bir kere öldürünce bu kabuslarına girmeye başlıyordu, herkes potansiyel bir maktul oluyordu gözünde. İnsanları korumak için derin bir arzu duymaya başlıyordun birdenbire. Çoğunlukla etraftaki tek tehlike bendim, çoğunlukla insanları kendimden korurdum. O yüzden hala yapabiliyorken kaç benden İlkay, ben sendeki bu tanıdıklıktan daha ne kadar kaçabileceğimi kestiremiyorum. Ancak kalem tutmama izin verecek kadar yorgun ellerim bak, silahlarımı senden zor sakınıyorum. Bedenim bu yorgunluğa yenilmeden kaç benden

Alacakaranlığa çevirdim gözlerimi. Güneş bu sabah doğmayı becerememişti anlaşılan. Lütfen, diye geçirdim içimden. Şu anda onu özleyemezdim. Onu hatırlamak istemiyordum, onu özlemek istemiyordum ama bu şehir bana başka seçenek sunmuyordu. Her sokağına kokusu sinmişti sanki, ağaçları gözlerinden çalmıştı yeşillerini."Gözün gönlün kararmış sen nasıl gecesin hey gidi, buğdaysız, çavdarsız kara ekmeğe benzersin, yıldızların, hani yıldızların, çiçeklerin nerdeler, kalbin neden durmuş rüzgarı kesilmiş değirmen gibi."  Sana da öyle gelmiyor mu İlkay, insan olmak bitmek bilmeyen bir yaşam mücadelesi gibi. Ve bazen yaşamak için öldürmek gerekiyor, bazen elini kana bulamadan öldürtmek hatta. İnan bana, bok çukurunda da yaşasam yaşamayı her şeyden çok seviyorum; sahip olabildiğim tek şey bu lanet dünyada kesinlikle berbat insanlar olan ebeveynlerimden miras kalan acılarla dolu bir hayat. Ama ben o kadar aciz ve çoğu zaman kimsesizim ki onlardan bana kalanı doya doya yaşamak istiyorum, bunun yaşamak olmadığının lanet bilinciyle hem de. Gerekirse öldürmek, kandan önünü görememek ama yaşamak, onlardan aldığım tek şeye sahip çıkmak. Ve yemin ederim denedim, her şeyi denedim. Bıçaklarla, süngülerle, hatta bazen kurşunlarla donattım etrafımı ve üzerine bir set çektim, yaklaşanları öldürebilmek için. Ölmemek için. Ama istemiyorum. Daha fazla kan istemiyorum. Biraz daha öldürmek istemiyorum. Barakmuslu mezarlığı cümlemize mekân oldu, iki elim kızıl kanda selamsız oğlu bekirim. O yüzden kaç benden İlkay, o süngülerin ucuna kaç ölüm taktım bilemezsin.

Mezarlığa gelmiştim, kırık bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. Bir tek onun yanına gitmemiştim. Her düştüğümde soluğu bir mezarlıkta almak çok eski bir alışkanlıktı. Hep huzurlu gelmişti mezarlıklar bana, korktuğumu hiç hatırlamıyorum. Bir mezar taşına sarılıp ağladığında altı yaşındaydın. Kafamı silkeledim, kendime gelmem gerekiyordu. O tanıdık mezar taşını buldu gözlerim. Toprağa oturdum, sırtımı mezarına dayadım. "Nasılsın Türkan? Uzun oldu görüşmeyeli. Özledin mi beni? Ben nasıl mıyım, eh, fena sayılmam. Hala ben doğmadan seneler evvel ölmüş biriyle konuşabilecek kadar kaçık ve bunu yapacak kadar yabani." Çünkü, dedim seni küçük sahtekar, ölmüş birine zarar veremezsin, ölmüş birini üzemezsin ve ondan cevap bekleyemezsin. Onun atmayan kalbini durduramazdım. Gülümsedim. "Oralar nasıl kız? Var mı harbiden süt şelaleleri falan? İsa balık mı dağıtıyor? Yoksa reenkarne oldun ve sürekli eski bedenini rahatsız eden bu kıza bıçağı takmak için buraya mı döneceksin?" Kıkırdadım. "Türkan," dedim sesimin tonunu değiştirerek. Sahte bir tatlılık vardı sesimde daha önce hiç duymadığı. Burada rol yapmama gerek kalmazdı. Ölüler seni sevsin diye rol yapman gerekmezdi, bir avuç topraktan sevgi alamayacağımı öğrendiğimde de altı yaşındaydım. Bir avuç toprağa hiç kimseye vermediğin sevgiyi verdiğinde ne kadardın Aysel?  On dokuz. "Ben biriyle tanıştım. Garip bir tanıdıklığı var, kaç demek istedim. Kaç yoksa öleceksin. Öldürürüm demek istedim, öldürebileceğim kadar güzelsin ve ölebileceğin kadar yakınsın bana; uzaklaş, demek. Ama diyemedim, ben kaçtım." Tekrar gelirse, ki içimde geleceğine dair kuvvetli bir his vardı, benim suçum olmayacaktı. O zaman katilini arıyor olurdu, o zaman ölmek için sebepleri var demekti.

SaklanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin